MEVCUT KİT’LER VE ÖZELLEŞTİRME KAPSAMINDA BULUNAN KURULUŞLARA İLİŞKİN ÖZELLEŞTİRME ÖNCESİ EKONOMİ VE KAMU MALİYESİ BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRMELER

Ali ÇAKMAKCI

Hesap Uzmanı

(Bu Makale Vergi Dünyası Dergisinin 322. Sayısında Yayımlanmış Olup Kaynak Gösterilmeden Yayımlanamaz)

I-Giriş:

1 970 kuşağı sonrası neo-liberal tabanlı ekonomi politikalarının vazgeçilmez aracı olan özelleştirme, özünde çok yönlü amaçlara hizmet etmektedir. Türkiye örneğinde gerçekleştirilen uygulamalardan beklenilen amaçlar kadar, özelleştirme kapsamında bulunulan kuruluşların özelleştirme öncesi durumlarının da analiz edilmesi son derece önem arz etmektedir. Bu kuruluşların özelleştirme öncesi durumlarının ekonomi ve kamu maliyesi dengeleri üzerindeki etkileri gözlemlenmeli ve bu konuda kararlı bir devlet politikası oluşturulması gerekmektedir. Bu doğrultuda mevcut KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsleri)’lere ve özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşlara ilişkin değerlendirmeler bu çalışmanın içeriğini oluşturmaktadır.   

II-KİT’ler ve Özelleştirme Kapsamında Bulunan Kuruluşlara İlişkin Özelleştirme Öncesi Ekonomi ve Kamu Maliyesi Bağlamında Değerlendirmeler[1]:

A-KİT’lerin ve Özelleştirme Kapsamında Bulunan Kuruluşların Yarattığı Katma Değerin Gayri Safi Yurt İçi Hasılaya (GSYİH) Olan Oranı Çerçevesinde Yıllar İtibariyle Analizi:

KİT’lerin yarattığı katma değerin özel ekonomi ve kamu ekonomisinin toplamını ifade eden GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) içerisindeki payı ve bu payın ulusal katma değer içerisindeki gelişimi bu kuruluşların hem rekabet güçlerini ortaya çıkarmada hem de ekonomiye olan katkılarının değerlendirilmesinde önemli olmaktadır. Mevcut KİT’ler ile özelleştirme kapsamında bulunan KİT’lerin yaratmış bulunduğu katma değerin GSYİH olan oranlarına bakıldığı zaman, KİT’lerin yarattığı katma değerlerin (cari fiyatlarla) 2000-2006 yılları arasındaki gelişiminin, GSYİH ile paralellik arz ettiği göze çarpmaktadır. 2000-2006 yılları arasında KİT’lerin yarattığı katma değer cari fiyatlarla 3.129.003 bin YTL’den 14.263.492 bin YTL’ye ulaşmış olup, yaratılan katma değer artış oranı %355 olarak gerçekleşmiştir. Aynı zaman sürecinde GSYİH ise 124.583.458 milyar YTL’den 576.681.603 milyar YTL’ye çıkarak artış oranı %362 olmuştur. Yapılan hesaplamalar sonucu KİT’ler tarafından yaratılan katma değer ile GSYİH artışı birbirine paralel olarak aynı yönde ve hemen hemen aynı oranda artış göstermiştir. KİT’ler ayrıca ticari kazanç anlamında sadece 2000 yılını zararla kapatmış olup, diğer dönemlerin hepsinde ise kar elde etmiştir.

KİT’ler tarafından yaratılan katma değerin alt kalemleri incelendiğinde ise yaratılan katma değerin en büyük bileşeninin istihdam giderleri olduğu anlaşılmaktadır. KİT’lerin ayrıca yarattığı katma değerde ve dönem ticari kazancında en büyük artışın olduğu dönem 2002 yılı olmuştur. Zira yaratılan katma değer toplam olarak %55.15 düzeyinde artış göstermiş olup, sözkonusu artışın en büyük kalemini yine aynı dönemde %117.85 artış oranı ile dönem ticari kazancı oluşturmuştur. Ayrıca 2002 yılında dönem kazancına (zararına) düzeltme kalemi olarak eklenen amortisman tutarında da %111 düzeyinde artış kaydedilmiştir. Bu tablodan çıkarılacak sonuç ise, 2001 yılı ekonomik krizinden tüm ekonomik ajanlar gibi KİT’lerin de ana veya esas faaliyet konularında çok ağır bir darbe almış olduğudur.

Cari fiyatlara göre KİT’lerin ekonomide yarattığı katma değer 2000-2006 döneminde en fazla %119.66 artışla 2001 yılında yaşanmıştır. Bu artışın kaynakları olarak istihdam harcamaları ile ticari kazanç gösterilebilir. Dolayısıyla KİT’ler tarafından yaratılan katma değerin GSYİH’ya oranı bu dönemde %3.85 düzeyine çıkmıştır. Ayrıca 2001 yılında cari fiyatlarla GSYİH’nın bir önceki yıla göre artış oranı %43.2 iken, KİT’ler tarafından bu dönemde yaratılan katma değerin bir önceki yıla göre artışı %119.66 olmuştur. 2002 yılında GSYİH ile KİT’ler tarafından yaratılan katma değer bir önceki yıla göre aynı oranda artmış ve doğal olarak KİT’ler tarafından yaratılan katma değerin GSYİH’ya oranı hemen hemen aynı (%3.84) düzeyde kalmıştır. 2003 yılından itibaren ise, KİT’lerin yarattığı katma değer artış hızı, GSYİH artış hızının gerisinde kalmıştır. 

Yukarıda yer alan açıklamalara göre, KİT’ler için 2002 yılından itibaren düşmesine rağmen istihdam harcamalarının hala yaratılan katma değer içerisinde son derece önemli bir öğe olduğu göze çarpmaktadır. Aynı zamanda KİT’lerin 2000-2006 yılları arasında ulusal gelire olan katkısının (katma değerin) artış hızının 2002 yılından sonra, özel sektörün de dahil olduğu toplam katma değerin artış hızının gerisinde kalmaya başladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca KİT’ler tarafından yaratılan katma değerin GSYİH’ya olan oranının 2000-2006 yılları arasındaki oranının ortalamasının %2.97 gibi oldukça küçük bir oran olduğu göze çarpmaktadır. Yine KİT’ler tarafından yaratılan katma değerin, GSYİH’ya olan oranının 2003 yılından itibaren düşmeye başladığı görülmektedir.

Sonuç olarak KİT’lerin yarattığı katma değerin 2000 yılından 2003 yılına kadar sürekli artmasına rağmen, bu katma değerin GSYİH’ya olan oranı 2003 yılından itibaren düşmeye başlamıştır. Dolayısıyla oransal anlamda KİT’lerden kaybedilen bu katma değer farkının, özel sektör tarafından sahiplenildiği anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle ekonomik hayatta özel sektörün ağırlığının artmaya başladığı, kamunun ağırlığının ise IMF’in liberal kaynaklı ekonomik politikaları sonucunda ön plana çıkan özelleştirme uygulamaları çerçevesinde azalmaya başladığı ve piyasa mekanizmasının işleyişine önem verildiği sonucuna ulaşmak mümkün bulunmaktadır.

B- İşletmeci KİT’lerin Kar-Zarar Durumunun İncelenmesi:

İşletmeci KİT’lerin kar-zarar durumunun yıllar itibariyle incelenmesi özellikle kar ve zarar kaynakları hakkında bilgi edilmesinde son derece önemlidir. İşletmeci KİT’lerin 1985-2006 yılları kar-zarar durumunu yansıtan tabloya göre, cari fiyatlarla KİT’lerin toplam hasılatının 1985-2006 yılları periyodunda 7506 kat artış gösterdiği gözlenmektedir. Yine aynı dönemde toplam giderlerin ise 8141 kat artış gösterdiği anlaşılmaktadır. Anlaşılacağı üzere, 2006 yılında 1985 yılına göre KİT’lerin toplam giderleri, toplam hasılatlardan daha hızlı artış göstermiştir. KİT’ler tarafından elde edilen hasılatların detaylı analizi yapılacak olursa, cari fiyatlarla belirtilen toplam hasılatlar arasında “mal ve hizmet satışı” şeklinde ana faaliyet çerçevesinde doğan hasılatın, 1985-2006 yılları arasında devamlı olarak artış gösterdiği ve toplam hasılat içerisindeki payının 1985 yılında %94 olduğu, 2006 yılında ise %84 düzeyinde olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle 2000’li yıllardan sonra ise faaliyet dışı karların ciddi düzeylerde artış gösterdiği göze çarpmaktadır ve bu karların toplam hasılat içerisindeki payının 2006 yılı itibariyle %14.15 düzeyine çıktığı anlaşılmaktadır.

Cari fiyatlarla ifade edilen toplam maliyetlerin detaylı analizi yapılacak olursa; “mal ve hizmet satış maliyeti” kaleminin 2005 yılı hariç olmak üzere sürekli olarak arttığı anlaşılmaktadır. 1985 yılında bu kalemin toplam giderler içerisindeki payı %75 iken, 2000 yılında %64, 2006 yılında ise yine %74 düzeyinde olduğu anlaşılmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında, KİT’lerin ana faaliyetlerden yani mal ve hizmet satışından sağlamış bulunduğu kar (zarar) oranı; 1985 yılında %37, 1990 yılında %51, 2000 yılında %39 ve 2003 yılında %59, 2005 yılında %25 ve 2006 yılında %14 olarak hesaplanmaktadır. Bu oranlara bakılırsa ana faaliyetlerden kar sağlanmasına rağmen, sağlanan kar oranı dönemler itibariyle değişken bir yapı arz etmektedir.

Vergi yükümlülükleri açısından değerlendirildiğinde; 2000 yılında vergi yükümlülüğünün ticari kar zarara olan oranı %85, 2001 yılında %568, 2002 yılında %68, 2003 yılında %68, 2004 yılında %71, 2005 yılında %68, 2006 yılında ise %92 olarak gerçekleşmiştir. KİT’lerin 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizleri sonucu yaşamış bulundukları ekonomik sorunların ticari kazançlara yansımasından dolayı, 2000 ve 2001 yıllarında toplam olarak ticari zarar durumu ortaya çıkmış olup, son 6 yıllık dönemde vergi yükümlülüğünün en yüksek belirlendiği dönem olmuştur.

C- İşletmeci KİT’ler ile Özelleştirme Kapsamında Bulunan Kuruluşların Stok Borçları ve Bu Borçların GSMH ile KKBG (Kamu Kesimi Borçlanma Gereği) Üzerindeki Etkisi:

İktisadi alanda yaşanan gelişmelere paralel olarak KİT’lerin de borç yapıları yıllar itibariyle değişkenlik göstermektedir. Borç kullanma konusunda finansal olarak bir çok teorem bulunmasına karşın, finansal anlamda en geçerli olduğu varsayılan “Modigliani-Miller” (MM) modeline göre borçlanma; belli bir noktaya kadar işletmenin değerini maksimize etmektedir. Zira firma açısından en pahalı kaynak özkaynak olup, borç veren kreditörler için firmanın riski de dikkate alınmak suretiyle beklenen getiri oranı özkaynak sahiplerinin beklenen getiri oranından düşük kalmaktadır. Fakat belli bir borç düzeyinden sonra ise borçlanma firmanın değerini düşürmektedir. Zira firma için “finansal distress ve agency” maliyetleri diğer ifadeyle iflas maliyetleri de artmakta, doğal olarak risk de artmakta ve kreditörler artık bu kredi için sözkonusu getiri oranını kabul etmemektedirler. Sonuç olarak artık firma değerinin maksimize olduğu noktadan sonra, yani optimal sermaye yapısına ulaştıktan sonra borçlanmak firmanın değerini düşürmektedir. Fakat bu optimal sermaye yapısına kadar borç kullanan firma “faizin vergi avantajı”ndan faydalanmaktadır.

Borçlanmanın kamu maliyesi açısından da önemi bulunmaktadır. Borçlanma herşeyden önce bir tür maliye politikası aracıdır. Maliye politikası, kısa ve uzun vadeli amaçları elde etmek için çeşitli politika araçları ile ekonomik düzene etki eden bir tür mekanizmadır. Bu politikalarla ekonomik istikrarın sağlanması (fiyat istikrarı-tam istihdam), optimal kaynak tahsisi, adaletli gelir dağılımı gibi temel sorunlar çözülmeye çalışılmaktadır. Doğal olarak içinde bulunulan ekonomik düzenin bir parçası olan KİT’lerin borç düzeylerinin hem kendi içerisinde, hem de merkezi  bütçe üzerinde yarattığı etkilerinin izlenmesi politika oluşturmada önem arz etmektedir.

Finansal kuramlar ve maliye politikası esasları çerçevesinde KİT’lerin borçlanma durumu önemli olmaktadır. KİT’lerin stok borç durumları incelendiğinde 2000 yılında KİT’lerin toplam borç düzeyi 12.986.911 bin YTL iken, bunun 7.820.651 bin YTL’sinin iç borç, 5.166.260-bin YTL’sinin ise dış borçlardan oluştuğu anlaşılmaktadır. İç borçlar içerisinde herhangi bir şekilde yatırım ve üretim için kullanılacak kredi (ticari banka) borcunun iç borç toplamına olan oranı %7, üreticilere olan borcun ise iç borçlara olan oranının %5 civarında olduğu anlaşılmaktadır. Her iki kalemin toplamının, toplam stok iç borcuna olan oranının 2001 yılında %5, 2002 yılında %5, 2003 yılında %3.8, 2004 yılında %4.4, 2005 yılında %9 ve 2006 yılında ise %9.5 düzeyinde olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda ifade edildiği üzere “finansman anlamında” borçlanmak belli bir noktaya kadar firmanın değerini artırmakla birlikte, stok borçlar dikkate alındığında KİT’lerin 2000-2006 yıllarında bu yönde çok fazla borçlanma eğiliminin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak firmaların değeri de nispeten düşük kalabilmekte ve özelleştirilmesi beklenen firmaya karşı biçilen değerin yatırımcı açısından düşük kalabileceği ifade edilebilmektedir. Fakat 2000’li yıllarda yaşanan ekonomik gelişmelerin ve aynı zamanda firmaların özkaynak düzeylerinin de dikkate alınarak firmaların borçlanmasını firma değeri yönünden irdelemekte fayda bulunmaktadır. Zira firmaların kredi borçları (hedging olmadığı düşünüldüğünde) değişken faizli olmakta ve yaşanan ekonomik gelişmeler çerçevesinde etkilenebilmektedirler. Ayrıca özkaynağı güçlü olan firmalar için emniyet marjı (özkaynak/toplam borç) yüksek olacağından kredi faiz oranları düşük kalabilmektedir.

İç borçların detayına bakıldığında ise en büyük kalemin diğer KİT’lere olan borçlar olduğu anlaşılmaktadır. 2000 yılından itibaren sürekli artan bu iç borç kalemi, 2000 yılında toplam stok iç borcunun %21’i düzeyinde iken, 2005 yılında %48’i, 2006 yılında ise %51’i düzeyinde kalmaktadır. Diğer iç borç kalemleri ise kuruluşların dönem içerisinde faaliyette bulunmaları sonucu doğmuş bulunan vergi borçları, SSK prim borçları, Hazine’ye ve resmi dairelere olan borçlarından teşekkül etmekte ve iç borçlar içerisinde çok küçük bir oranı temsil etmektedir. Sonuç olarak KİT’lerin kullanmış bulunduğu iç borçların, faaliyet akışının sürekliliği için yani cari harcamalar için kullanılmış bulunduğu anlaşılmaktadır.

KİT’ler tarafından kullanılan dış borçlar ise Hazine devirli, Hazine garantili ve diğer borçlardan oluşmakta olup, dış borçların toplam borçlara olan oranı son yıllarda hızla azalma eğilimi göstermektedir. 2000 yılında dış borçların toplam borçlar arasındaki payının %39, 2003 yılında %33, 2005 yılında %21 ve 2006 yılında ise %13 düzeyinde olduğu anlaşılmaktadır. Zira son 5 yıllık dönemde KİT’lerin borç yapıları iç borçlar lehine ve dış borçlar aleyhine değişmiştir. Dış borçlar arasında ise 2000-2004 döneminde Hazine garantili borçlar yerini daha çok Hazine devirli borçlara bırakmış bulunmaktadır.

Sonuç olarak KİT’lerin ve özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşların toplam borç stok düzeyi 2000-2007 yılları arasında %225 düzeyinde artmakla birlikte iç borçların kendi içerisinde artış oranı %369 iken, dış borçların artış oranı %6 düzeyinde kalmıştır. Nihayetinde 2006 yılı itibariyle dış borç düzeyi daha düşük bir KİT borç stok düzeyi oluştuğu anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin 2000-2006 yılları arasında toplam kamu borç stoku brüt olarak 2000 yılında toplam 85.513 milyon YTL, 2001 yılında 189.369 milyon YTL, 2002 yılında 256.818 milyon YTL, 2003 yılında 296.902 milyon YTL, 2004 yılında 331.756 milyon YTL, 2005 yılında 348.441 milyon YTL ve 2006 yılında ise 364.572 milyon YTL olarak gerçekleşmiştir[2] [3]. KİT’lerin ve özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşların toplam iç ve dış borçlarının, kamu kesimi brüt borç stoğuna olan oranı 2000-2006 yılları arasında sırasıyla %15, %11, %10, %8, %10 ve %11 düzeyinde bulunmaktadır. Yani son 6 yıllık dönemde KİT’lerin iç ve dış borçlarının, toplam brüt kamu borç stoğuna olan oranı %8-15 arasında değişim göstermiş bulunmaktadır.

Yine sözkonusu kamu kesimi brüt toplam borç stoğunun aynı dönemde (2000-2006) oluşan GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla)’ya olan oranları; %68, %107, %93, %83, %77, %71 ve %63 düzeylerinde oluşmuştur[4]. Ülkelerin borçluluk oranı anlamına da gelecek olan toplam borçların ulusal gelire olan oranı, 2000-2006 döneminde sürekli olarak Avrupa Birliği’ne giriş sırasında istenen ekonomik kriterin üzerinde bulunmaktadır. Bilindiği üzere ülkeler arasında eşitsizliği önlemek üzere uygulan bu kritere göre ülkelerin toplam kamu borçlarının ulusal gelire olan oranının maksimum %60 düzeyinde olması gerekmektedir. Bunlara ek olarak Dünya Bankası ile IMF tarafından kabul edilen dört borç göstergesinden üçünün aşılması durumunda o ülkenin çok borçlu olduğu anlaşılmaktadır. Kabul edilen kriterlere göre bir ülkenin çok veya ağır borçlu sayılabilmesi için bu dört rasyodan en az üçünün aşağıda belirtilen düzeyleri aşması gerekir[5]:

-Toplam Borç/GSMH> %50,

-Toplam Borç/İhracat> % 275,

-Borç Servisi/İhracat > % 30,

-Faiz Servisi/ İhracat > % 20.

Dikkat edileceği üzere, Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası nezdinde çok veya ağır borçlu ülke konumunda bulunması için gerekli olan kriterlerden bir tanesi 2000-2006 döneminde (Toplam Borç/GSMH>%50) gerçekleşmiş bulunmaktadır. Zira Türkiye’nin toplam borcunun GSMH’ya olan oranı 2000-2006 döneminde en düşük %63 olarak gerçekleşmiştir.

KİT’lerin ve özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşların iç ve dış borçlarının toplamının ise 2000-2006 döneminde GSMH’ya olan oranları yıllar itibariyle %10, %11, %10, %7.7, %7.5, %7.6 ve %7.4 olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca KİT’ler ve özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşların bir anlamda dışarıya servet transferi anlamına gelebilecek dış borçlarının, kamu kesimi toplam brüt dış borçlarına olan oranı 2000 yılında %16 iken, 2001 de %14 ve sürekli azalarak 2006 yılında %6 düzeyine gerilemiştir. Kısaca KİT’ler ve özelleştirme kapsamındaki kuruluşların dış borçlarının kamu kesimi toplam dış borcuna olan oranı 2000-2006 döneminde ortalama düzeyde yaklaşık olarak %10.6 civarında bulunmaktadır. 2000’li yıllar boyunca KİT’lerin dış borçlara bağımlılığının hem mutlak olarak, hem de kamu kesimi toplam dış borcuna olan oranının azaldığı, dış borçlanmanın kaynaklarının merkezi ve yerel nitelikteki harcamalar ve yatırımlardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Dış borçların ekonomik büyüklüklere olan oranı Türkiye’nin hem borçlarını geri ödeyebilme yeteneğini, hem de uluslararası ve yerel kredi kuruluşlarından kredi sağlayabilmesi anlamında önemlidir. Bu açıklamalara göre Türkiye tarafından kullanılan dış borçların yaklaşık %90’ı merkezi ve yerel hükümetler tarafından toplumsal faydası yüksek yatırımlarda ya da mal ve hizmet ödemeleri ile borç geri ödemelerinde kullanılmış bulunmaktadır.

Bunun dışında kamu kesimi genel dengesi belli bir dönemde kamunun gelir, gider, tasarruf ve yatırımları ile gelir ve gider farkının hangi kaynaklardan karşılandığını göstermektedir. Çok kısa bir ifade tarzıyla, kamu borç stoğunun ulusal gelire olan oranının uzun bir trend boyunca sabit kalması ya da azalması kamu borçlarının sürdürülebilirliği anlamına gelmektedir. Doğal olarak kamu borcu dolayısıyla piyasanın yüklenmesi gereken fazla bir risk de bulunmamaktadır. Ayrıca toplam kamu borcunun ulusal gelire olan oranı, bu tutardaki borcun hangi düzeydeki gelir tarafından karşılanacağı ya da çevrileceği anlamında önemlidir. Yine kamu gelirlerinin yani kamu borç stoğunun sürdürülmesinde kullanılan temel politika aracının içerisinde bulunan vergi gelirleri de ulusal gelir ile doğru ilişkili bulunmaktadır.

Türkiye için borç yoluyla finanse edilen bu dengede, KİT’lerin borçlarının kamu kesimi borçlanma gereği üzerindeki etkilerinin de analiz edilmesi gerekmektedir. Kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH’ya olan oranı (Kamu Kesimi Borçlanma Gereği/GSMH) son 7 yıllık dönemde (2000-2006 döneminde) en yüksek 2001 yılında %16.45 olarak gerçekleşmekle birlikte; bu tarihten itibaren sürekli düşüş halinde bulunmaktadır. 2001 yılı, yaşanan finansal krizlerle birlikte kamu borç stoğunun sürdürülebilir olup olmadığı yönündeki tartışmaları da gündeme taşımıştır. Bu tartışma sürecini artıran nedenleri ise yaşanan krizlerle bağımlı ya da bağımsız etmenler oluşturmaktadır. Buna göre ekonominin daralması sonucu doğan vergi geliri kaybı, artan risk ortamı nedeniyle faiz oranlarının artması, kamu borçlarının genellikle döviz cinsinden olması nedeniyle kura duyarlı bulunması, kamu bankaları görev zararı ile TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu)’ye devrolunan bankalardaki zarar karşılıkları gibi krizle doğrudan ilintili olmayan, bir başka bakış açısıyla krizin sonucu mahiyetinde olan nedenlerle açıklanmaktadır.

2005 yılı ise kamu kesimi borçlanma gereğinin sıfırın aşağısında olduğu bir durumu yansıtmaktadır ve bu dönemde alınan en iyi sonuç olma özelliğine sahiptir. KİT’ler ve özelleştirme kapsamındaki kuruluşların borçlanma gereği ise 2000 yılından itibaren sürekli azalmaktadır. Fakat bu iki kalemin borçlanma gereksinimi, merkezi yönetim bütçesinden sonra ikinci büyük kalem olarak dikkati çekmektedir.

BORÇLANMA GEREĞİ /GSMH

2000

2001

2002

2003

2004

2005

2006

TOPLAM KAMU

 11,82

16,45

12,73

9,35

4,75

-0,41

0,19

TOPLAM KAMU (Bütçe Faiz Öd. Hariç)

-5,62

-8,09

-7,02

-7,78

-8,92

-9,02

-9,58

1. MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇESİ

10,93

17,45

14,81

11,27

7,06

1,67

3,1

2. KİT

2,08

0,01

-1,01

-0,74

-0,57

-0,17

-0,52

3. MAHALLİ İDARELER

0,4

0,32

0,09

0,38

-0,07

-0,08

-0,08

4. SOSYAL GÜVENLİK KUR.

-0,01

-0,08

0,04

0,04

0,05

0,03

0

5. FONLAR

-1,18

-0,47

0

-0,17

-0,45

-0,64

-0,81

6. ÖZELLLEŞTİRME KAPS. KİT'LER

0,44

0,36

0,09

-0,38

-0,17

-0,04

-0,39

Tablo 3: 2000-2006 dönemine ilişkin kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH’ya olan oranları[6]

Bu sonuçlar dikkate alındığında, KİT’ler ve özelleştirme kapsamında yer alan kuruluşların toplam borç stoğunun, GSMH’ya olan oranının son 7 yıllık süreçte ortalama olarak (2000-2006 döneminde) %10’un aşağısında bulunduğunu ve yüksek seyreden kamu borcunun ciddi düzeylerde merkezi hükümet, bütçe dışı fonlar ve yerel yönetimler ile diğer kamu kesiminden kaynaklandığı sonucuna varılmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere KİT’ler ve özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşların iç ve dış borç toplamının kendi içerisinde artma eğilimi taşımasına rağmen, sözkonusu borçların ulusal gelire olan oranları sürekli düşme eğiliminde bulunmaktadır. Sonuç olarak KİT’lerin ve özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşların ulusal gelire olan borçluluk oranı, son dönemlerde diğer merkezi ve yerel yönetimler ile bütçe dışı fonlar tarafından sahiplenilmeye başlanmıştır. 

D- KİT’lere ve Özelleştirme Kapsamında Bulunan Kuruluşlara İlişkin Finansal Tablolarda Yer Alan Bilgiler Işığında Mali Tablo Analizi:

Mali tablolarda yer alan bilgilerin analizi firma ile birlikte devlet, yatırımcı, yönetici ve kreditörler için firma hakkında bilgi sağlamada son derece önemli olmaktadır. Her firmanın içerisinde bulunduğu durumu da (sektör, konjoktür, rekabet, talep vs.) dikkate almak suretiyle finansal tablo analizi firma hakkında önemli bilgiler sağlamaktadır. KİT’lerin 2000-2006 yıllarına ilişkin bilanço ve gelir tablosunda yer alan bilgiler ışığında KİTlerin finansal yapılarının gelişiminin sağlıklı olup olmadığı hakkında bilgiler elde edilebilecektir [7].

Kümülatif rakamlar üzerinden yorumlanacak olursa, KİT’lerin maddi duran varlıklarının brüt satışlara (maddi duran varlık/brüt satışlar) olan oranı 2000 yılında %43, 2001 yılında %65, 2002 yılında %58, 2003 yılında %67, 2004 yılında %75 ve 2005 yılında ise %66 olduğu anlaşılmaktadır. Yine maddi duran varlıkların 2000-2005 döneminde bir önceki yıla göre artış hızları cari fiyatlarla yıllar itibariyle %196, %61, %25, %17, %0 olarak gerçekleşmiştir. Aynı dönem içerisinde brüt satışların artış hızları ise yıllar itibariyle bir önceki yıla göre %96, %79, %10, %5 ve %12 olarak gerçekleşmiştir.

Bu oranların analizine göre KİT’lerin, 2000-2005 yılları arasında yapmış olduğu kapasite artışlarının, genişleyen talep kaynaklı ihtiyaçtan çok daha fazla olduğu ve atıl kapasite yatırımlarının arttığı anlaşılmaktadır. Zira firmaların yatırım yapma ihtiyaçları artan talebi karşılamaya yönelik olup, talebin üzerinde seyreden kapasite artışlarının ya da yatırımların en azından kısa vadede atıl kapasite niteliğinde bulunma olasılığı daha fazladır. Diğer bir ifadeyle firmalar ancak artan talebi karşılamak üzere kapasite artırma kararları vermektedirler. Fakat uzun vadede bu durum değişebilmektedir. Çünkü firmalar kapasite artırma imkanlarını gözden geçirirken ya talebe paralel şekilde belli periyotlar halinde kesikli ve sürekli artışlar yapmakta ya da tek seferde talebin üzerinde olmak üzere sınırlı artışlar yapmaktadırlar. Fakat 2000-2005 döneminde KİT’lerin yatırım kapasitesi artışlarının, talep artışının oldukça üzerinde olduğu anlaşılmaktadır.

Firmaların analizinde satışlar ile stokların ilişkisi ayrıca önemli olmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere, KİTlerin 2000-2005 döneminde brüt satışların artış hızları yıllar itibariyle bir önceki yıla göre %96, %79, %10, %5 ve %12 olarak gerçekleşmiştir. KİTlerin brüt satışlarının artış hızlarının ortalaması ise %40 düzeyindedir. Aynı dönemde stokların bir önceki yıla göre artış hızı ise yine cari fiyatlarla yıllar itibariyle %38, %33, %6, %40 ve %12 olarak gerçekleşmiştir. Yine stokların artış hızı ortalaması %25.8 olarak gerçekleşmiştir. Bu gelişmelere göre KİT’ler 2000-2005 döneminde satışların artışına paralel olarak stok yatırımları yapmışlardır; zira yapılan stok artışlarının temel nedeni faaliyetlerinin genişlemesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca stok artışlarının talep artışlarından düşük seyretmesi firmaların kapasitelerinin artan talep karşısında yetersiz kaldığı veya böyle bir teknik sıkıntının olmadığı durumda firmaların devir hızları yüksek olan stoklarının planlamasını iyi yapamadığı anlamına gelebilecektir.

Firmaların analizinde ayrıca toplam yabancı kaynakların, toplam varlıklara olan oranı (toplam yabancı kaynak/toplam varlıklar) önemli olmaktadır. KİT’lerin toplam yabancı kaynaklarının toplam varlıklara olan oranı 2000-2006 döneminde sırasıyla %64, %64, %52, %44, %46, %51, %57 olarak hesaplanmaktadır. Finansal tablo analizinde finansal kaldıraç oranı anlamına gelecek olan bu oran, firma varlıklarının ne kadarının yabancı varlıklarla finanse edildiğini ifade etmekle birlikte; daha önce de ifade edildiği üzere firmanın belli bir düzeye kadar borçla finanse ediliyor olması firmanın değerini artırmaktadır. Fakat sözkonusu oranın belli bir düzeyin üzerine çıkması aynı zamanda riskin artması anlamına gelebileceği için, artık bahsi geçen oranın firma için optimal borçlanma oranı olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Özelleştirme kapsamında yer alan kuruluşların değerinin yatırımcı kişi veya kuruluşlar nezdinde artırılması için son derece önemli olan bu rasyo, sektör, firma, konjoktör vs gibi etmenlerde önemli olmakla beraber genel olarak %50 olarak düşünülmektedir.

Firmaların mali yapılarının aktif ve pasif arasındaki uyumunu dikkate almak açısından duran varlık toplamının, uzun vadeli (devamlı) sermayeye (uzun vadeli yabancı kaynak+özsermaye) olan oranı (toplam duran varlık/devamlı sermaye) önemli bulunmaktadır. Toplam duran varlıkların uzun vadeli sermayeye olan oranının 1’den büyük olması, firmanın duran varlıklarının bir kısmını kısa vadeli sermaye ile finanse ettiği anlamına gelmektedir. Bu da firmaların kısa vadeli finansman sıkıntısı yaşabileceği anlamına gelmektedir. Zira kısa vadeli borcun 1 yıl gibi kısa vadede ödenecek olmasına karşın, duran varlıkların ise 1 yıldan fazla sürede nakdi değere dönüşecek olmaları firmanın finanslama politikasının aktif ile uyumsuz yürüdüğüne işaret etmektedir. Finansal anlamda kısa vadeli borcu ağırlıklı olarak kullanan firmaların uyguladığı finansman stratejisi “atılgan strateji” olarak anılmakla birlikte; riski yüksek olmasına karşın “fazla risk fazla getiri” kuralı gereği kazancı artırmaktadır. Bu çerçevede KİT’lerin kümülatif değerleri dikkate alındığında  2000 yılında bu oran 0.81; 2001 yılında 0.92 ve 2006 yılında 0.75 düzeyinde gerçekleşmiştir. Diğer yıllarda da bu oran 1’in oldukça altında çıkmaktadır. Buna göre cari fiyatlarla değerlendirildiği zaman, KİT’ler ve özelleştirme kapsamındaki kuruluşların aktifi finanse ederken aktif ve pasif kalemleri arasında bir uyumun varlığından söz edilebilinmektedir. Bir başka ifadeyle teknik olarak KİT’ler bu nedenden dolayı kısa vadede herhangi bir finansman sıkıntısı içerisinde bulunmayacaklardır.

Bir diğer önemli rasyo ise özkaynakların toplam yabancı kaynaklara (özkaynaklar/toplam yabancı kaynaklar) olan oranıdır. Kreditörler için emniyet marjı olarak görülen bu oran sadece 2003 ve 2004 yıllarında 1’in üzerinde gerçekleşmiş olup, diğer yıllarda bu oran 1’in altındadır. Genel olarak düşünülecek olursa, bu oranın 1 olması sağlıklı bir finansal yapının varlığına işaret etmektedir.

Ayrıca KİT’lerin ve özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşların kullanmış bulundukları kaynakları (yabancı kaynaklar ve öz kaynakların) ne kadar verimli kullandığı önem arz etmektedir. Firmanın kullanmış bulunduğu toplumsal kaynaklar olan yabancı kaynaklar ile özkaynaklara, bu kaynakları kullanma karşılığında sağladığı getiri oranı (faiz gideri+dönem karı/toplam yabancı kaynak+özkaynak) önemli olmaktadır. Toplumsal verimlilik oranı olarak da ifade edilen bu oran KİT’lerde 2000 yılı hariç olmak üzere pozitif olmakla beraber 2001-2005 döneminde ortalama olarak %2.23 gibi küçük bir rakamda kalmaktadır. Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere KİTlerin; toplumun kaynağını kullanmakla elde ettiği veya kreditörlere sağladığı getiri, o günkü piyasa şartlarında sağlanması beklenen getirinin oldukça altında kalmaktadır. Buradan çıkarılacak bir diğer sonuç ise KİT’lerin toplumun kaynaklarını verimli kullanmadığı olmaktadır.

E- Kamu Maliyesi Bağlamında KİT’ler ve Özelleştirme Kapsamında Bulunan Kuruluşların Görev Zararlarına İlişkin Değerlendirme:

18.06.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 35’inci maddesi gereğince teşebbüs, müessese ve bağlı ortaklıklar, işletmelerinde üretilen mal ve hizmet fiyatlarını tespitte serbesttirler. Üretilen mal ve hizmetlerin fiyatları, gerektiğinde Bakanlar Kurulu’nca tespit edilebilir. Bakanlar Kurulu`nca tespit olunan fiyatlar maliyetlerin altında bulunduğu takdirde:

a) Zarar ile birlikte, mahrum kalınan kar ait olduğu veya ait olduğu yılı izleyen yılın genel bütçesine konulacak ödenekle karşılanır.

b) Mahrum kalınan kar miktarı, mal ve hizmetin satış maliyeti üzerinden % 10 kar payı tahakkuk ettirilerek belirlenir.

c) Zararın miktarı, ilgili bakanlık ve Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nca teşebbüs muhasebe kayıtları esas alınarak birlikte tespit edilir.

Teşebbüs, müessese ve bağlı ortaklıklara konuları ile ilgili olarak Bakanlar Kurulu’nca görev verilebilir. Gerektiğinde bu görev için yapılacak ödeme miktarı Bakanlar Kurulu Kararı`nda belirtilir. Bu görevden doğan zarar ve mahrum kalınan kar yukarıdaki esaslar dahilinde Hazine tarafından karşılanır. Bu doğrultuda KİT’ler tarafından uğranılan zararın tespitine ilişkin olarak 06.04.2003 tarih ve 25071 sayılı Resmi Gazete’de “görev zararlarının tespiti usulü hakkında yönetmelik” yayımlanmıştır. Görev zararının ortaya çıkabilmesi için ilk önce Bakanlar Kurulu tarafından verilen görev, gereği gibi ilgili KİT tarafından yerine getirilecek ve böylece görev zararı tahakkuk etmiş bulunacaktır. KİT’ler tarafından Hazine’den istenen görev zararı tutarı ise ilgili bakanlık müfettişi ile Hazine Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı’nca müştereken incelenmektedir. Ayrıca sözkonusu görev zararı tutarlarının 233 sayılı KHK kapsamında bulunan KİT’lerin Hazine’ye olan temettü borcundan mahsup imkanı da bulunmaktadır. Daha sonra bütçeye konulan ödenek çerçevesinde KİT’lere ödeme yapılmaktadır.

Görev zararı ile ilgili süreç bu şekilde yürümekle birlikte, KİT bünyesinde oluşan görev zararları, toplumun kaynaklarının hangi siyasi tercihler doğrultusunda kullanıldığının da bir göstergesi mahiyetinde bulunmaktadır. Görev zararları ayrıca Hazine açısından hem harcama hem de borçlanma yönünden koşullu yükümlülük kapsamında bulunmaktadır.

Görev zararı, devletin KİT’ler aracılığı ile ekonomiye müdahalesi olarak görülmekle birlikte, bu müdahalenin ekonomik ve sosyal maliyetleri bulunmaktadır. Toplumun belli bir kesiminin, diğer kesim aleyhine olmak üzere desteklenmesi refah ve gelir dağılımı düzeyinin değişmesi ile ortaya çıkan bu kamusal maliyetin başka ekonomi politika araçlarının devreye sokulmasıyla ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Devletin, KİT ürünleri fiyatlarının serbest ekonomik düzende belirlenmesi yerine politika yapıcıları kanalıyla belirlemesi sonucu veya KİT’lere yüklenilen bazı görevlerin yerine getirilmesi sonucu doğan görev zararları, kamu maliyesinin disiplini açısından ve  kamu borçlanma gereği yönünden son derece önemlidir. Zira kamu kesimi borçlanma gereği, IMF kaynaklı kredi dilimlerinin sağlanmasında bir performans kriteri olan faiz dışı fazla hedefinin tutturulmasında da önemli öğe olarak karşımıza gelmektedir.

Bütçe içerisinde KİT’lere yapılan harcamalar sadece görev zararlarından oluşmamakta, aynı zamanda sermaye transferleri de gerçekleşmektedir. Görev zararı görev gereklerinden doğduğundan KİT’lerin görev kaynaklı açıklarını kapatmak amacıyla yapılmakla birlikte, sermaye transferleri mali durumu güçlendirmek, teknolojik yapıyı güçlü kılmak, rekabetçi yapı içerisinde ayakta durabilmek amacıyla yapılan yeni kaynak aktarımlarını ifade etmektedir.

KİT’ler 2000 yılını 1999 yılından devir gelen görev zararı da dahil olmak üzere 2.083.015 bin YTL, 2001 yılını 3.933.275 bin YTL, 2002 yılını 3.709.744 bin YTL, 2003 yılını 2.410.810 bin YTL, 2004 yılını 1.969.583 bin YTL, 2005 yılını 1.607.223 bin YTL ve 2006 yılını 566.988 bin YTL tutarında görev zararı ile kapatmıştır [8].

Dikkat edileceği üzere KİT’lerin 2000-2006 döneminde kesinleşmeyen toplam görev zararı tutarı 16.280.638 bin YTL olmaktadır. Yasal yükümlülük ve özel görev gereği doğan görev zararının en büyük kalemini yapılan destekleme alımları nedeniyle Tekel oluşturmaktadır. Daha sonra ise tüm kamu kesimi üzerinde bir yük olarak kalan görev zararının kaynakları arasında Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) İşletmesi gelmektedir.

KİT’ler tarafından yaratılan görev zararının ulusal gelire (GSMH) olan oranı 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sonucu ulusal gelirin daralmasıyla birlikte %2.2 düzeyine çıkmasına karşın bu oran, 2003 yılından itibaren %1’in altına inmiş bulunmaktadır. Maliye Bakanlığı’nın bilgilerine göre 2004, 2005 ve 2006 yıllarına ilişkin bütçelerde kesinleşerek ödenen görev zararı tutarının GSMH’ya olan oranı (Görev Zararı / GSMH) 0.1 gibi küçük bir rakam olarak hesaplanmaktadır[9].

 Dikkat edileceği üzere kesinleşmeyen görev zararlarının yıllar itibariyle artmasına karşın, bütçeden karşılanan görev zararlarının ulusal gelire olan oranı sürekli düşme eğilimi göstermektedir. Buradan çıkarılacak sonuç ise, milli gelirin artmasına rağmen sosyal refah devleti anlayışı gereğince gelir adaleti yönünden zayıf olan tabakanın artık daha az düzeyde desteklendiğidir. Zira görev kaynaklı zararlar özellikle gelir adaletinin sağlanmasında önemli bir maliye politikası işlevine sahiptirler. Ayrıca kesinleşmeyen ve dolayısıyla ödeme konusu edilmeyen görev zararları nedeniyle işletmeler (KİT’ler) finansman sıkıntısı çekmekte ve borçlanmak suretiyle bu finansman ihtiyacını karşılamaktadırlar.

KİT’lere aktarılan görev zararı ödenekleri ile sermaye transferlerinin 2004, 2005 ve 2006 yılları diğer önemli bütçe harcama kalemleri itibariyle değerlendirildiği zaman ortaya çarpıcı sonuçlar çıkmaktadır.

Bütçe rakamlarına bakılacak olursa 2004, 2005 ve 2006 yıllarında bütçe harcamalarının ulusal gelire olan oranı azalmakla birlikte, mutlak anlamda sürekli artış halinde bulunmaktadır. Bütçe harcamalarındaki bu artışa paralel olarak KİT’lere ilişkin görev zararları ve sermaye transferleri de sürekli artmakla birlikte, ulusal gelire olan oranları sabit kalmaktadır. Sözkonusu yıllara ilişkin bütçe kalemlerine bakıldığında tarımsal kesime yapılan transferler veya desteklemeler, KİT’lere ilişkin olarak yapılan ödemelerden fazla bulunmaktadır.

KİT’lere ilişkin olarak yapılan sermaye transferlerinin ve görev zararı ödeneklerinin GSMH’ya olan oranı 2004 yılında %0.2, 2005 yılında %0.4 ve 2005 yılında %0.6 düzeylerinde bulunmaktadır. Fakat sözkonusu döneme ilişkin cari harcama kalemleri arasında sosyal güvenlik sisteminin en büyük kalemleri olan Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK (Sosyal Sigortalar Kurumu) gibi özünde ticari amaçla faaliyetlerde bulunmayan kuruluşlara aktarılan ödenek tutarı, KİT’lere yapılan görev zararı ve sermaye harcamalarından daha fazla gerçekleşmiştir. Adı geçen kuruluşlara yapılan transferlerin toplam tutarının GSMH’ya olan oranı 2004 yılında %3.3, 2005 yılında %4.7 ve 2006 yılında %4.2 olarak gerçekleşmiş olup, KİT’lere yapılan görev zararı ve sermaye transferlerinin üzerinde bulunmaktadır. Ayrıca her bir sosyal güvenlik kurumuna yapılan transferler, KİT’lere yapılan sermaye transferleri ile görev zararı toplamından daha fazla paya sahip bulunmaktadır. Bütçe rakamları itibariyle değerlendirildiğinde KİT’lerin görev zararlarından önce sosyal güvenlik kurumlarının yapısının tekrar gözden geçirilmesi gerekmekte ve sistemi sağlıklı bir yapıya kavuşturacak yeniden yapılanma sürecinin gerekliliği tekrar düşünülmelidir. Bu kuruluşlara ayrılan bütçe ödenekleri dolayısıyla kamu kesimi borçlanma gereğinin ulusal gelire olan oranının, görev zararı dolayısıyla yapılan harcamalardan daha fazla olacağı ise aşikardır.

Görev zararı kamu maliyesi bağlamında bütçe dengeleri açısından da önemlidir. Gerçekleşen bütçe rakamlarına bakılacak olursa 2000-2006 döneminde sürekli olarak bütçe açığı verilmesine rağmen, bütçe açığı son yıllarda (2005 ve 2006) son derece azalmıştır. Bunu temel nedeni ise 2003 yılından itibaren bütçe gelirlerinin, bütçe giderlerinden fazla artmasıyla birlikte, özelleştirme uygulamaları sonucu doğan gelirlerden Hazine’ye yapılan aktarımlar ile genişleyen ve büyüyen ekonomi dolayısıyla vergi kapasitesinin artışıdır.

BÜTÇE

(MİLYON YTL)

2000

2001

2002

2003

2004

2005

2006

1. BÜTÇE GİDERİ

46.705

80.579

115.682

140.455

141.021

144.562

175.304

2. BÜTÇE GELİRİ

33.440

51.543

75.592

100.250

110.721

134.819

171.309

3. BÜTÇE AÇIĞI

-13.265

-29.036

-40.090

-40.205

-30.300

-9.743

-3.995

4. FAİZ DIŞI DENGE

7.175

12.026

11.781

18.405

26.188

35.936

41.951

5. BÜTÇE AÇIĞI /

GSMH (%)

-10,6

-16,5

-14,6

-11,3

-7,1

-2

-0,7

6. FAİZ DIŞI DENGE/GSMH (%)

5,7

6,8

4,3

5,2

6,1

7,4

7,3

Tablo 5: 2000-2006 dönemine ilişkin bütçe rakamları gerçekleşme sonuçları[10]

Ekonomi hedeflerinin temel taşlarından biri olan faiz dışı fazlanın GSMH’ya olan oranı önemli bulunmaktadır. Faiz dışı fazla; bütçenin toplam gelirleriyle, bütçeden yapılan faiz ödemeleri yok sayıldığında geriye kalan harcamalar arasındaki farktır. Kısaca toplam harcamalardan faiz  harcamaları çıkarıldığı zaman, gelirin gideri karşılayıp karşılayamadığını gösterir. 1994 yılından 2007 yılına kadar vazgeçilmez bir bütçe disiplin aracı olan faiz dışı fazla, kamu kesimi borçlarının sürdürülmesinde ve bu yöndeki bekleyişlerde önemli bir araç konumunda bulunmaktadır. Bütçe içerisinde faiz gideri gibi kontrol edilemeyen bir kısmın büyümesi halinde, hedef faiz dışı fazla, ancak yeni vergi gelirleri sağlanarak, vergi kapasitesi artırılarak ya da diğer harcama kalemlerinde sağlanacak tasarruflar yoluyla elde edilebilecektir. Faiz dışı dengenin pozitif bakiye vermesi ise yani bütçe gelir ve giderlerinin faiz harcamaları dikkate alınmadığında fazla vermesi, bu tutarda kamu borcunun ödenebilinmesi bağlamında önemli bulunmaktadır.

Faiz dışı fazla 2002 yılında oluşan gerilemeden sonra 2003 yılı ile birlikte sürekli olarak artış eğilimi göstermektedir. Faiz dışı fazla hedefinde başarılı sonuçlar elde edilmesi, bir yandan kamu maliyesinde yaşanan disiplinin varlığına; bir diğer yandan ise ekonominin kararsız bir büyüme modelinden sürdürülebilir bir ekonomik büyüme modeline geçişi olarak düşünülebilir. Zira faiz dışı fazla hedefinden beklenen, kamu borçlarının döndürülebilirliğinin sağlanmasıdır. Piyasalar tarafından bu hedefin sağlanabileceği yönündeki bekleyişler, kararların daha sağlıklı alınmasına ve piyasaların dengelerinin bozulmamasına neden olabilecektir. Türkiye’nin 2008-2010 dönemine ilişkin Orta Vadeli Programı açısından bakıldığında program hedef ve göstergelerinde devam eden özelleştirme işlemleri sonucunda KİT sisteminin faiz dışı fazla içindeki payı önemli ölçüde azalacaktır. 2006 yılında GSYİH’nın %0.62’si kadar faiz dışı fazla veren KİT sisteminin, 2010 yılında GSYİH’nın %0.22’si kadar faiz dışı fazla vermesi beklenmektedir[11]. Program dönemi boyunca ise faiz gideri ve özelleştirme geliri hariç kamu kesimi fazlasının GSYİH’ya olan oranının %7 civarında oluşması hedeflenmektedir.


[1] Kit’ler ve özelleştirme kapsamında yer alan kuruluşlara ilişkin değerlendirmeler için kullanılan veriler                 ”http://www.hazine.gov.tr/kit_sayfasi.htm” adresinden alınmıştır. 

[2]http://www.hazine.gov.tr/stat/kamunet_borcstok.htm”;

[3] Toplam brüt kamu borç stoğu¸ merkezi yönetim ve diğer kamu sektörünün iç (TKİBS) ve dış (TKDBS) borç stoklarının toplamından elde edilmektedir. Diğer kamu sektörü, merkezi yönetim dışında yer alan bütçe dışı fonlar, yerel yönetimler ve KİT’lerden oluşmaktadır.

[4] GSMH tutarları 2000-2006 yılları arasında 125.596, 176.484, 275.032, 356.681, 428.932, 486.401, 575.784 milyon YTL olarak dikkate alınmıştır.

[5] Prof. Dr. Öçal, Tezer; A.g.e.; sf (281);

[6] http://www.bumko.gov.tr/;

[7] KİT’ler için yapılacak analizler, kümülatif değerler dikkate alınmak suretiyle yapılacaktır. Her firma için sağlıklı açıklamalarda bulunabilmek için firmanın faaliyet alanı, borç türü, sektörü vs gibi özelliklerinin ayrıca dikkate alınması gerekmektedir. Bu nedenle bu bölümde yer alan analizlerde tüm işletmeler için genel kabul görmüş ve geçerlilik taşıyan oranlar için değerlendirmeler yapılacaktır.

[8] 2005 ve 2006 yılı görev zararı toplamları içerisinde Tekel’in görev zarar tutarı yer almamaktadır.

[9] Detaylı bilgi için “ http://www.bumko.gov.tr/ “;

[10] http://www.bumko.gov.tr/;

[11] Türkiye’nin 2008-2010 dönemine ilişkin Orta Vadeli Programı;

WeCreativez WhatsApp Support
ADEN YMM