MENKUL SERMAYE İRATLARINDA EMSAL GÜVENLİK MADDESİ OLABİLİR Mİ? OLMALI MI?
Ali ÇAKMAKCI-Yeminli Mali Müşavir
(VergiAlgı isimli internet sitesinde yayımlanmıştır. Atıf yapılmadan yayımlanamaz. http://www.vergialgi.net/makaleler/menkul-sermaye-iratlarinda-emsal-guvenlik-maddesi-olabilir-mi-olmali-mi/)
Bildiğimiz üzere ülkemizde özellikle orta ve küçük işletmelerde ciddi düzeylerde kayıtdışı işlemler bulunmaktadır. Türkiye’de şirketler kayıtdışı işlemlerini genelde sistem dışında izleyerek, bu satışlara ilişkin fonları cari hesaplar kanalıyla şirketlere herhangi bir nema sağlamadan geri getirmektedirler. Bazen ise çıkartılan af veya varlık barışı şeklindeki düzenlemelerle çok cüzi oranlarda vergiler ödeyerek geri getirmektedirler.
Aksi takdirde, şirketlerin görünen sermayesi esas itibariyle zamanla ciddi düzeyde eridiğinden bahsi geçen şirketler tarafından mutlaka zaman içinde bu fona ihtiyaç duyulmakta olup; bu ihtiyaç olan fonlar ise cari hesaplar kanalıyla bir şekilde şirketlere geri dönmektedir.
Bu kapsamda TBMM’de kadük kalan Gelir Vergisi Kanunu Tasarısı ile mevcut Kanunda yer alan vergi güvenlik müessesesi ve kayıt dışı ekonomiye yönelik hususlarda bazı görüşlerimizi paylaşmak isteriz.
Menkul sermaye iradı olarak emsal faiz müessesesi Hazine Müsteşarlığı verilerine göre 2014 yılı son çeyreği itibariyle Türk şirketlerinin dış borcunun 282 milyar Dolar olduğu anlaşılmaktadır. İç borçlar ise buna dahil değildir. Özel sektörün yurtiçinden ve ilişkili kişilerden temin ettiği fonları da dikkate aldığımızda borçluluk durumları ve taşıdıkları riskler daha anlamlı sonuçlar verebilecektir. Bir diğer ifadeyle ekonomi politikası açısından şirketlerin borçlanmadan ziyade özsermaye ile finansmana yönelmeleri daha doğru bir politika olabilecektir. Bunun için yapılan düzenlemelerden bir tanesi olan 6637 sayılı Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 7 Nisan 2015 tarih ve 29319 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir.
Kanun ile nakdi sermaye artışı yapan sermaye şirketlerinin teşvik edilmesi amaçlanmıştır. Bilindiği üzere Türk şirketlerinin ciddi şekilde borç yükü taşıması, beraberinde çok önemli riskleri de bünyesinde taşımaktadır. Bu kapsamda, özsermaye lehine bazı özel düzenlemeler gündeme alınarak, bu şirketlerin sermaye yapılarının daha sağlıklı bir çerçeveye oturtulması hedeflenmiştir.
Kanun ile 5520 sayılı KVK’nın 10. maddesinin birinci fıkrasına (ı) bendi eklenerek “sermaye şirketlerindeki” “nakit sermaye artışları” üzerinden hesaplanan faizin kurumlar vergisi matrahından indirilmesi imkanı sağlanmaktadır. Bir diğer ifadeyle, sadece sermaye şirketlerinde nakdi sermaye artışlarının teşvik edilmesi hedeflenmektedir. Açıkça anlaşılacağı üzere adı geçen düzenleme şirketlerin sadece borçlanma yerine özsermaye ile finanse edilmeye yönelmelerini teşvik etmektedir.
Bunun dışında başka bir amaca hizmet etmemektedir.
Bilindiği üzere örtülü sermaye, transfer fiyatlandırması, emsal kira bedeli, asgari tapu harcına esas değer, emsal KDV bedeli gibi vergi güvenlik müesseseleri meri mevzuatlarımızda yer almaktadır. Buna karşın, kayıtdışı için ne mevcut Kanunda, ne de tasarı halindeki Kanunda açık bir hüküm bulunmamaktadır.
193 sayılı GVK’nın 41. maddesine göre teşebbüs sahibinin, eşinin ve küçük çocuklarının işletmede cari hesap veya diğer şekillerdeki alacakları üzerinden yürütülecek faizler ticari kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınamamaktadır. Yine, teşebbüs sahibinin işletmeye koyduğu sermaye için yürütülecek faizler de gider yazılamamaktadır. Şahıs şirketlerinden kollektif şirketlerde ortaklar, adi ve eshamlı komandit şirketlerde komandite ortaklar şirket sahibi sayılmaktadırlar. Kurumlar vergisi mükellefleri için sermaye şirketlerinde ise örtülü sermaye ve transfer fiyatlandırması ilkeleri bulunmaktadır.
Yine, 193 sayılı GVK’nın 75/6. maddesine göre de kaynağı ne olursa olsun her nevi alacak faizleri (Adi, imtiyazlı, rehinli, senetli alacaklarla, carî hesap alacaklarından doğan faizler ve kamu tüzelkişilerince borçlanılan ve senede bağlanmış olan meblağlar için ödenen faizler dahil.) de menkul sermaye iradı sayılmıştır. GVK’nın 86. maddesinde de kesinti ve istisnaya tabi olmayan alacak faizi belli bir tutarı aşması hali hazırda beyana konu olmaktadır.
Şirket ortaklarının cari hesap yoluyla şirkete koydukları ödünç fonlar için menkul sermaye iradları bölümünde alacak faizleri için bir “Emsal Güvenlik Maddesi” gibi bir maddenin bulunmasının çok sağlıklı ve bütçe gelirleri üzerinde önemli etkisi olabileceği düşüncesi bulunmaktadır.
Şöyle ki; şirket ortaklarının şirkete verdikleri fonlar nedeniyle emsal faiz oranında bir faizin (MB kısa vadeli avans veya reeskont oranı, mevduat faizi, azami mevduat faiz oranı, Libor vb) gerçek kişi ortak adına tahakkuk etmesine yönelik “emsal güvenlik maddesi” ile Hazinenin asgari düzeyde mevduat faizi vb tutarında bir menkul sermaye iradını vergilendirmeden mahrum kalması engellenirken, gerçek kişi ortağın da herhangi bir şekilde nema sağlamadan şirkete önemli düzeyde para kullandırmasının mantıksal bir gerekçesi doğmaktadır. Kaldı ki, 213 sayılı VUK’un 3. maddesine göre gerçek kişi ortak tarafından uzun süreli çok önemli tutardaki fonların herhangi bir nema sağlamadan verilmesi “iktisadi, ticari ve teknik” icaplara da aykırıdır. Elbette bu durumu iddia eden ispatla mükellef olmakla beraber, nerden buldun gibi yasal bir düzenlemenin olmaması kayıtdışının çözümünde samimi düzenlemelere ihtiyaç duyulmasına neden olmaktadır. Ayrıca, bu tür şirketlerin ortaklarına genelde kar dağıtımında da bulunmadıkları bilinmektedir. Buna karşın, kurum şeklindeki ortaklar için düzenlemeye ise “transfer fiyatlandırması” hükmü bulunması nedeniyle bu konuda özel bir düzenlemeye bize göre ihtiyaç bulunmamaktadır. Cari hesap kaynaklı ödünç paranın gerçek kişi ortağın hangi şirketinden geldiği ise bu durumda zaten önemli olmayabilecektir. Böylece, bahsi geçen model ile şirket ortaklarının şirkete vermiş olduğu yüksek tutardaki uzun vadeli fonların doğrudan borç yerine, sermaye olarak dönmesini teşvik etmekle birlikte, nihayetinde sermaye yapıları erimemiş daha güçlü şirketlerimiz oluşacaktır.
Hazine ise %35’e kadar vergilendirilme yapmak suretiyle daha çok vergi geliri elde etmiş olacaktır. Bir diğer ifadeyle vergi kapasitesi artırılacaktır. Doğrudan şirket yerine şirket ortaklarının ilgili bulunduğu 3. Dereceye kadar (bu derece dahil) ilişkili kişilerden yapılan borçlanmalar da kapsama dahil edilebilir. Bu durum, kayıtdışının bir nebze de olsa terk edilmesine neden olabilecektir, zira sözkonusu paralar vergisi ödenmeden sisteme geri dönmeyecektir. Ayrıca, hali hazırda Kanunda yer almakla birlikte, BKK ile oran belirlenemediğinden uygulanma imkânı bulunmayan finansman gider kısıtlaması nedeniyle de şirket bu faizlerin bir kısmını gider olarak kurum kazancından düşemeyecektir.
Bu arada, özsermayenin 3 katını aşan bu tip borçlanmalarda ortağa veya ilişkili kişiye verdiği fonlar nedeniyle ödenen faizlerin kurum kazancından indiriminin engellenmesi de bu duruma engel teşkil etmez. Zira, kanun koyucu özsermayenin 3 katını aşan borçlanmaları zaten tabiatı gereği sermaye gibi kabul etmiştir. Bu durumda, ortaklar veya ilişkili gerçek kişiler tarafından verilen fonların özsermayenin 3 katına kadar olan kısmı için emsal faiz oranında faiz tahakkukun yapılması ve bir tür “alacak faizi” olarak menkul sermaye iradı kapsamında beyanı ile artan tarifede vergilendirilmesi; kurum tarafından ise gider olarak (finansman gider kısıtlamasına tabi kısmı hariç) dikkate alınması; 3 katını aşan borçlanmalara ilişkin faizlerin ise hiçbir şekilde örtülü sermayeye isabet eden kısımların bir tür “dağıtılmış kar payı” sayılarak menkul sermaye iradı kapsamında beyanı gerekmektedir.
Bir diğer ifadeyle, gerçek kişi ortak tarafından şirkete verilen kaynaklar nedeniyle özsermayenin 3 katına kadar olan kısım için ödenmesi gereken tutarlar “alacak faizi” olarak gerçek kişi ortak için vergilendirme kapsamına girerken; 3 katını aşan tutar için şirket tarafından hesaplanan veya ödenen tutarlar ise bu kısma ilişkin tutarın sermaye niteliği gereği “dağıtılmış kar payı” sayılarak vergilendirilmesi gerekecektir.
Bize göre, şirketin cari hesap borçlarının yine şirket tarafından ortağa verilmiş fonlardan mahsubu ise kabul edilmemelidir; zira bu şirket alacakları şirket kayıtlarından gerçekten ortağa verilip verilmediği tespit edilebilmektedir. Her ne kadar menkul sermaye iradında “hukuki ve ekonomik tasarruf ilkesi” benimsenmiş olsa da; buraya konu edilen alacak faizleri için “elde edilmiş sayılır”gibi özel bir düzenleme ile konu hukuki mahiyet kazanmış olabilir. Kaldı ki, daha önce Kanunla olmasa da, Genel Tebliğle para faizsiz-ev kirasız gibi muvazaalı durumlara ilişkin çeşitli önlemlerin alındığını hepimiz bilmekteyiz. İlaveten, gayrimenkul sermaye iradında taşınmazın bedelsiz ve emsal bedelin altında kiralanması durumunda emsal bedel uygulaması gündeme gelirken, paranın kullanımında böyle bir düzenlemeye neden ihtiyaç duyulmadığını sorgulamak gerekebilir. Bu model, ayı zamanda ücret gibi zayıf gelir unsurlarını, güçlü sermaye unsurlarına karşı hem gelir adaleti açısından koruyacaktır; hem de vergilendirme kapasitesini artırarak fonların şirkete dönmese bile kayıtlı banka/finans sistemine dönmesine neden olacak, ayrıca para üzerinden para kazananları daha çok vergilendirmeye yol açarak sosyal dengeyi ve Anayasaya göre eşitlik ilkesinin teminine yardımcı olacaktır. Sonuç olarak; elbette ki konu sağlıklı tartışma ortamlarında çok daha doğru ve tutarlı kıstaslara (borcun özsermaye veya sermayenin bir oranına/süreye vb kriterlere) bağlanabilir; gerçekten şirkete muvazaadan ari şekilde borç vermiş ortaklar için sorun yaratabilir. Hatta, şahıs şirketleri çalışma kapsamına dahil edilmeyebilir. Ayrıca, ileride daha önce vergilendirilen bu paraların kaynağının gerçekten bir kayıtdışı işleme dayandığı bir vergi inceleme raporunda tespit edilirse ilk vergilendirme işlemleri bu eleştirilerin kesinleşmesi üzerine düzeltilme yoluna gidilebilir.
Bize göre önemli olan vergisel prensipleri belirlemektir ve buna odaklanmaktır. Çözümü için gerekli hukuki altyapı her şekilde oluşturulabilir. Menkul sermaye iradlarında emsal faiz uygulamasının olmaması bize göre bir eksiklik olup, sistemin geleceği ve sağlıklı bir şirketleşme kültürünün gelişmesi için son derece önemlidir. Kayıtdışı kayıtlı sisteme girmediği takdirde hiçbir amaca hizmet etmeyecektir, bu durumda sistemin en azından dolaylı yolla sorgulanması gerektiğini düşünmekteyiz.
Aksi takdirde, paranın şirketlere, hatta ülkemize geri dönmesi için af veya varlık barışı gibi özel düzenlemelere bağımlı bir iş hayatının olacağı, kayıtdışının bir gün yine olumlu olarak geri döneceğini bilen işletmelerin bu yapıyı devam ettirecekleri bilinen bir gerçektir. Bunun aksine iyi niyetli mükellefler ise yine bundan zarar görmeye devam edeceklerdir. Adil, rekabetçi, eşitliklikçi ve emeğe pozitif ayrımcılık yaratan bu tür vergi önlemleri son derece önemlidir.
Ayrıca, Türk şirketlerinin/reel kesimin finans kesimi karşısında çok zayıf sermaye sahibi olması sistemin ve ekonominin kırılganlığını önemli düzeyde artırmaktadır. Bu durumda, gerçek kişi ortaklar borç para vermek yerine sermaye koymayı yeğleyecek, bu durumda reel sektöre karşı mali yapısı daha güçlü ve riski daha az şirketlerimizin olacağı açıktır. Bu durum kayıtdışı riskini artırmamakta, Maliye Bakanlığı bu tür tespitleri yaptığı süre zarfında zaten gerekli eleştirilerin yapılması en doğal sonuç olacaktır.
[1] Mesleki çalışmalarımızda yer alan bilgiler belli bir konunun veya yasal düzenlemenin veyahut yargı kararlarının çok geniş ve kapsamlı bir şekilde ele alınmasından ziyade genel olarak mükelleflere ve uygulayıcılara bilgi vermek, gündemi talip etmeye yardımcı olmak ve yorum yapmalarına yardım amacını taşımaktadır.
Makaleleri yazıldığı dönem ve yasal düzenlemelerin dikkate alınarak değerlendirme yapılmasının önemli olduğunu hatırlatmak isteriz. Makalelerin telif ve diğer yasal hakları doğrudan şirkete ve yazarına ait olup, atıf yapmadan veya izinsiz kullananlar hakkında her türlü yasal işlemin yapılacağını ifade ederiz.
Çalışmalarımız profesyonel hizmetlerimizi temsil etmeyebileceği gibi, her durum ve koşulda profesyonel yaklaşımlarımızı da ifade ettiği iddia edilemez. Yaptığınız fiili/pratik çalışmalarda bu değerlendirmeler dikkate alınırken, olayların koşullarının da incelenmesi, irdelenmesi, sonuçlarının iyi analizi son derece önemlidir. Bu tür çalışmalarda mutlak suretle bir profesyonelden bilgi alınması veya danışmanlık alınmasında fayda bulunduğu düşünülmektedir. Şirketimiz tarafından iş ortalarımızın personellerimizin yetişmesi ve gelişmesinden duyduğumuz sorumluluğu yerine getirme gayreti içinde olacağımıza dair sözümüzü tutma gayreti içinde olduğumuzu iletmek isteriz.
“ADEN Yeminli Mali Müşavirlik Bağımsız Denetim ", söz konusu çalışmaların ve içeriğindeki bilgilerin özel durum veya koşullara bağlı olarak hata içermediğine dair herhangi bir güvence vermemektedir. Mesleki çalışmaları ve içeriğindeki bilgileri kullanımınız sonucunda ortaya çıkabilecek her türlü risk tarafınıza aittir ve bu kullanımdan kaynaklanan her türlü zarara dair risk ve sorumluluk tamamen tarafınızca üstlenildiğinin bilinmesi gerekmektedir.
MENKUL SERMAYE İRATLARINDA EMSAL GÜVENLİK MADDESİ OLABİLİR Mİ? OLMALI MI?
Ali ÇAKMAKCI, Yeminli Mali Müşavir-Bağımsız Denetçi
(VergiAlgı isimli internet sitesinde yayımlanmıştır. Atıf yapılmadan yayımlanamaz. http://www.vergialgi.net/makaleler/menkul-sermaye-iratlarinda-emsal-guvenlik-maddesi-olabilir-mi-olmali-mi/)
Bildiğimiz üzere ülkemizde özellikle orta ve küçük işletmelerde ciddi düzeylerde kayıtdışı işlemler bulunmaktadır. Türkiye’de şirketler kayıtdışı işlemlerini genelde sistem dışında izleyerek, bu satışlara ilişkin fonları cari hesaplar kanalıyla şirketlere herhangi bir nema sağlamadan geri getirmektedirler. Bazen ise çıkartılan af veya varlık barışı şeklindeki düzenlemelerle çok cüzi oranlarda vergiler ödeyerek geri getirmektedirler.
Aksi takdirde, şirketlerin görünen sermayesi esas itibariyle zamanla ciddi düzeyde eridiğinden bahsi geçen şirketler tarafından mutlaka zaman içinde bu fona ihtiyaç duyulmakta olup; bu ihtiyaç olan fonlar ise cari hesaplar kanalıyla bir şekilde şirketlere geri dönmektedir.
Bu kapsamda TBMM’de kadük kalan Gelir Vergisi Kanunu Tasarısı ile mevcut Kanunda yer alan vergi güvenlik müessesesi ve kayıt dışı ekonomiye yönelik hususlarda bazı görüşlerimizi paylaşmak isteriz.
Menkul sermaye iradı olarak emsal faiz müessesesi
Hazine Müsteşarlığı verilerine göre 2014 yılı son çeyreği itibariyle Türk şirketlerinin dış borcunun 282 milyar Dolar olduğu anlaşılmaktadır. İç borçlar ise buna dahil değildir. Özel sektörün yurtiçinden ve ilişkili kişilerden temin ettiği fonları da dikkate aldığımızda borçluluk durumları ve taşıdıkları riskler daha anlamlı sonuçlar verebilecektir. Bir diğer ifadeyle ekonomi politikası açısından şirketlerin borçlanmadan ziyade özsermaye ile finansmana yönelmeleri daha doğru bir politika olabilecektir.
Bunun için yapılan düzenlemelerden bir tanesi olan 6637 sayılı Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 7 Nisan 2015 tarih ve 29319 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir.
Kanun ile nakdi sermaye artışı yapan sermaye şirketlerinin teşvik edilmesi amaçlanmıştır. Bilindiği üzere Türk şirketlerinin ciddi şekilde borç yükü taşıması, beraberinde çok önemli riskleri de bünyesinde taşımaktadır. Bu kapsamda, özsermaye lehine bazı özel düzenlemeler gündeme alınarak, bu şirketlerin sermaye yapılarının daha sağlıklı bir çerçeveye oturtulması hedeflenmiştir.
Kanun ile 5520 sayılı KVK’nın 10. maddesinin birinci fıkrasına (ı) bendi eklenerek “sermaye şirketlerindeki” “nakit sermaye artışları” üzerinden hesaplanan faizin kurumlar vergisi matrahından indirilmesi imkanı sağlanmaktadır. Bir diğer ifadeyle, sadece sermaye şirketlerinde nakdi sermaye artışlarının teşvik edilmesi hedeflenmektedir.
Açıkça anlaşılacağı üzere adı geçen düzenleme şirketlerin sadece borçlanma yerine özsermaye ile finanse edilmeye yönelmelerini teşvik etmektedir. Bunun dışında başka bir amaca hizmet etmemektedir.
Bilindiği üzere örtülü sermaye, transfer fiyatlandırması, emsal kira bedeli, asgari tapu harcına esas değer, emsal KDV bedeli gibi vergi güvenlik müesseseleri meri mevzuatlarımızda yer almaktadır. Buna karşın, kayıtdışı için ne mevcut Kanunda, ne de tasarı halindeki Kanunda açık bir hüküm bulunmamaktadır.
193 sayılı GVK’nın 41. maddesine göre teşebbüs sahibinin, eşinin ve küçük çocuklarının işletmede cari hesap veya diğer şekillerdeki alacakları üzerinden yürütülecek faizler ticari kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınamamaktadır. Yine, teşebbüs sahibinin işletmeye koyduğu sermaye için yürütülecek faizler de gider yazılamamaktadır. Şahıs şirketlerinden kollektif şirketlerde ortaklar, adi ve eshamlı komandit şirketlerde komandite ortaklar şirket sahibi sayılmaktadırlar. Kurumlar vergisi mükellefleri için sermaye şirketlerinde ise örtülü sermaye ve transfer fiyatlandırması ilkeleri bulunmaktadır.
Yine, 193 sayılı GVK’nın 75/6. maddesine göre de kaynağı ne olursa olsun her nevi alacak faizleri (Adi, imtiyazlı, rehinli, senetli alacaklarla, carî hesap alacaklarından doğan faizler ve kamu tüzelkişilerince borçlanılan ve senede bağlanmış olan meblağlar için ödenen faizler dahil.) de menkul sermaye iradı sayılmıştır. GVK’nın 86. maddesinde de kesinti ve istisnaya tabi olmayan alacak faizi belli bir tutarı aşması hali hazırda beyana konu olmaktadır.
Şirket ortaklarının cari hesap yoluyla şirkete koydukları ödünç fonlar için menkul sermaye iradları bölümünde alacak faizleri için bir “Emsal Güvenlik Maddesi” gibi bir maddenin bulunmasının çok sağlıklı ve bütçe gelirleri üzerinde önemli etkisi olabileceği düşüncesi bulunmaktadır.
Şöyle ki; şirket ortaklarının şirkete verdikleri fonlar nedeniyle emsal faiz oranında bir faizin (MB kısa vadeli avans veya reeskont oranı, mevduat faizi, azami mevduat faiz oranı, Libor vb) gerçek kişi ortak adına tahakkuk etmesine yönelik “emsal güvenlik maddesi” ile Hazinenin asgari düzeyde mevduat faizi vb tutarında bir menkul sermaye iradını vergilendirmeden mahrum kalması engellenirken, gerçek kişi ortağın da herhangi bir şekilde nema sağlamadan şirkete önemli düzeyde para kullandırmasının mantıksal bir gerekçesi doğmaktadır.
Kaldı ki, 213 sayılı VUK’un 3. maddesine göre gerçek kişi ortak tarafından uzun süreli çok önemli tutardaki fonların herhangi bir nema sağlamadan verilmesi “iktisadi, ticari ve teknik” icaplara da aykırıdır. Elbette bu durumu iddia eden ispatla mükellef olmakla beraber, nerden buldun gibi yasal bir düzenlemenin olmaması kayıtdışının çözümünde samimi düzenlemelere ihtiyaç duyulmasına neden olmaktadır.
Ayrıca, bu tür şirketlerin ortaklarına genelde kar dağıtımında da bulunmadıkları bilinmektedir. Buna karşın, kurum şeklindeki ortaklar için düzenlemeye ise “transfer fiyatlandırması” hükmü bulunması nedeniyle bu konuda özel bir düzenlemeye bize göre ihtiyaç bulunmamaktadır. Cari hesap kaynaklı ödünç paranın gerçek kişi ortağın hangi şirketinden geldiği ise bu durumda zaten önemli olmayabilecektir.
Böylece, bahsi geçen model ile şirket ortaklarının şirkete vermiş olduğu yüksek tutardaki uzun vadeli fonların doğrudan borç yerine, sermaye olarak dönmesini teşvik etmekle birlikte, nihayetinde sermaye yapıları erimemiş daha güçlü şirketlerimiz oluşacaktır.
Hazine ise %35’e kadar vergilendirilme yapmak suretiyle daha çok vergi geliri elde etmiş olacaktır. Bir diğer ifadeyle vergi kapasitesi artırılacaktır. Doğrudan şirket yerine şirket ortaklarının ilgili bulunduğu 3. Dereceye kadar (bu derece dahil) ilişkili kişilerden yapılan borçlanmalar da kapsama dahil edilebilir. Bu durum, kayıtdışının bir nebze de olsa terk edilmesine neden olabilecektir, zira sözkonusu paralar vergisi ödenmeden sisteme geri dönmeyecektir. Ayrıca, hali hazırda Kanunda yer almakla birlikte, BKK ile oran belirlenemediğinden uygulanma imkânı bulunmayan finansman gider kısıtlaması nedeniyle de şirket bu faizlerin bir kısmını gider olarak kurum kazancından düşemeyecektir.
Bu arada, özsermayenin 3 katını aşan bu tip borçlanmalarda ortağa veya ilişkili kişiye verdiği fonlar nedeniyle ödenen faizlerin kurum kazancından indiriminin engellenmesi de bu duruma engel teşkil etmez. Zira, kanun koyucu özsermayenin 3 katını aşan borçlanmaları zaten tabiatı gereği sermaye gibi kabul etmiştir. Bu durumda, ortaklar veya ilişkili gerçek kişiler tarafından verilen fonların özsermayenin 3 katına kadar olan kısmı için emsal faiz oranında faiz tahakkukun yapılması ve bir tür “alacak faizi” olarak menkul sermaye iradı kapsamında beyanı ile artan tarifede vergilendirilmesi; kurum tarafından ise gider olarak (finansman gider kısıtlamasına tabi kısmı hariç) dikkate alınması; 3 katını aşan borçlanmalara ilişkin faizlerin ise hiçbir şekilde örtülü sermayeye isabet eden kısımların bir tür “dağıtılmış kar payı” sayılarak menkul sermaye iradı kapsamında beyanı gerekmektedir.
Bir diğer ifadeyle, gerçek kişi ortak tarafından şirkete verilen kaynaklar nedeniyle özsermayenin 3 katına kadar olan kısım için ödenmesi gereken tutarlar “alacak faizi” olarak gerçek kişi ortak için vergilendirme kapsamına girerken; 3 katını aşan tutar için şirket tarafından hesaplanan veya ödenen tutarlar ise bu kısma ilişkin tutarın sermaye niteliği gereği “dağıtılmış kar payı” sayılarak vergilendirilmesi gerekecektir.
Bize göre, şirketin cari hesap borçlarının yine şirket tarafından ortağa verilmiş fonlardan mahsubu ise kabul edilmemelidir; zira bu şirket alacakları şirket kayıtlarından gerçekten ortağa verilip verilmediği tespit edilebilmektedir.
Her ne kadar menkul sermaye iradında “hukuki ve ekonomik tasarruf ilkesi” benimsenmiş olsa da; buraya konu edilen alacak faizleri için “elde edilmiş sayılır” gibi özel bir düzenleme ile konu hukuki mahiyet kazanmış olabilir.
Kaldı ki, daha önce Kanunla olmasa da, Genel Tebliğle para faizsiz-ev kirasız gibi muvazaalı durumlara ilişkin çeşitli önlemlerin alındığını hepimiz bilmekteyiz. İlaveten, gayrimenkul sermaye iradında taşınmazın bedelsiz ve emsal bedelin altında kiralanması durumunda emsal bedel uygulaması gündeme gelirken, paranın kullanımında böyle bir düzenlemeye neden ihtiyaç duyulmadığını sorgulamak gerekebilir.
Bu model, ayı zamanda ücret gibi zayıf gelir unsurlarını, güçlü sermaye unsurlarına karşı hem gelir adaleti açısından koruyacaktır; hem de vergilendirme kapasitesini artırarak fonların şirkete dönmese bile kayıtlı banka/finans sistemine dönmesine neden olacak, ayrıca para üzerinden para kazananları daha çok vergilendirmeye yol açarak sosyal dengeyi ve Anayasaya göre eşitlik ilkesinin teminine yardımcı olacaktır.
Sonuç olarak; elbette ki konu sağlıklı tartışma ortamlarında çok daha doğru ve tutarlı kıstaslara (borcun özsermaye veya sermayenin bir oranına/süreye vb kriterlere) bağlanabilir; gerçekten şirkete muvazaadan ari şekilde borç vermiş ortaklar için sorun yaratabilir. Hatta, şahıs şirketleri çalışma kapsamına dahil edilmeyebilir. Ayrıca, ileride daha önce vergilendirilen bu paraların kaynağının gerçekten bir kayıtdışı işleme dayandığı bir vergi inceleme raporunda tespit edilirse ilk vergilendirme işlemleri bu eleştirilerin kesinleşmesi üzerine düzeltilme yoluna gidilebilir.
Bize göre önemli olan vergisel prensipleri belirlemektir ve buna odaklanmaktır. Çözümü için gerekli hukuki altyapı her şekilde oluşturulabilir. Menkul sermaye iradlarında emsal faiz uygulamasının olmaması bize göre bir eksiklik olup, sistemin geleceği ve sağlıklı bir şirketleşme kültürünün gelişmesi için son derece önemlidir. Kayıtdışı kayıtlı sisteme girmediği takdirde hiçbir amaca hizmet etmeyecektir, bu durumda sistemin en azından dolaylı yolla sorgulanması gerektiğini düşünmekteyiz.
Aksi takdirde, paranın şirketlere, hatta ülkemize geri dönmesi için af veya varlık barışı gibi özel düzenlemelere bağımlı bir iş hayatının olacağı, kayıtdışının bir gün yine olumlu olarak geri döneceğini bilen işletmelerin bu yapıyı devam ettirecekleri bilinen bir gerçektir. Bunun aksine iyi niyetli mükellefler ise yine bundan zarar görmeye devam edeceklerdir. Adil, rekabetçi, eşitliklikçi ve emeğe pozitif ayrımcılık yaratan bu tür vergi önlemleri son derece önemlidir.
Ayrıca, Türk şirketlerinin/reel kesimin finans kesimi karşısında çok zayıf sermaye sahibi olması sistemin ve ekonominin kırılganlığını önemli düzeyde artırmaktadır. Bu durumda, gerçek kişi ortaklar borç para vermek yerine sermaye koymayı yeğleyecek, bu durumda reel sektöre karşı mali yapısı daha güçlü ve riski daha az şirketlerimizin olacağı açıktır. Bu durum kayıtdışı riskini artırmamakta, Maliye Bakanlığı bu tür tespitleri yaptığı süre zarfında zaten gerekli eleştirilerin yapılması en doğal sonuç olacaktır.
[1] Mesleki çalışmalarımızda yer alan bilgiler belli bir konunun veya yasal düzenlemenin veyahut yargı kararlarının çok geniş ve kapsamlı bir şekilde ele alınmasından ziyade genel olarak mükelleflere ve uygulayıcılara bilgi vermek, gündemi talip etmeye yardımcı olmak ve yorum yapmalarına yardım amacını taşımaktadır.
Makaleleri yazıldığı dönem ve yasal düzenlemelerin dikkate alınarak değerlendirme yapılmasının önemli olduğunu hatırlatmak isteriz. Makalelerin telif ve diğer yasal hakları doğrudan şirkete ve yazarına ait olup, atıf yapmadan veya izinsiz kullananlar hakkında her türlü yasal işlemin yapılacağını ifade ederiz.
Çalışmalarımız profesyonel hizmetlerimizi temsil etmeyebileceği gibi, her durum ve koşulda profesyonel yaklaşımlarımızı da ifade ettiği iddia edilemez. Yaptığınız fiili/pratik çalışmalarda bu değerlendirmeler dikkate alınırken, olayların koşullarının da incelenmesi, irdelenmesi, sonuçlarının iyi analizi son derece önemlidir. Bu tür çalışmalarda mutlak suretle bir profesyonelden bilgi alınması veya danışmanlık alınmasında fayda bulunduğu düşünülmektedir. Şirketimiz tarafından iş ortalarımızın personellerimizin yetişmesi ve gelişmesinden duyduğumuz sorumluluğu yerine getirme gayreti içinde olacağımıza dair sözümüzü tutma gayreti içinde olduğumuzu iletmek isteriz.
“ADEN Yeminli Mali Müşavirlik Bağımsız Denetim ", söz konusu çalışmaların ve içeriğindeki bilgilerin özel durum veya koşullara bağlı olarak hata içermediğine dair herhangi bir güvence vermemektedir. Mesleki çalışmaları ve içeriğindeki bilgileri kullanımınız sonucunda ortaya çıkabilecek her türlü risk tarafınıza aittir ve bu kullanımdan kaynaklanan her türlü zarara dair risk ve sorumluluk tamamen tarafınızca üstlenildiğinin bilinmesi gerekmektedir.