MAKRO EKONOMİ DEĞİŞKENLERİ AÇISINDAN
ORTA VADELİ PLAN (OVP) VE GERÇEKLEŞMELERİ
Ali ÇAKMAKCI
E. Hesap Uzmanı
YMM, Bağımsız Denetçi
I-GİRİŞ:
Ülke ekonomisini hemen hemen bütün makro boyutlarıyla ilgilendiren 2012-2014 dönemi OVP, geçtiğimiz aylarda Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir. Ekonomi ajanları açısından geleceğe dönük temel bir referans olan Mali Plan, geleceğe ilişkin beklentileri, geçmiş dönem deneyimlerini, mevcut ve gerçekleşebilecek riskleri bütüncül bir açıdan kavramak suretiyle makro değişkenler arasında sistematik bir ilişki kurmaktadır. Fakat, çok yıllı bütçeleme sürecine geçiş yaptığımız dönemden (2006-2008) itibaren hedef ve gerçekleşmelere baktığımızda Plan konusunda hiç te başarılı olduğumuzu söyleyemeyeceğiz[1]:
II-OVP MAKRO DEĞİŞKENLERİN GEÇMİŞ DÖNEM GERÇEKLEŞMELERİ:
OVP’de özellikle büyüme konusunda tahminlerin çok uzağında sonuçlarla karşılaşıldığı anlaşılmaktadır. Geçen seneki Planda %4,5 olarak planlanan büyüme sene sonunda %7,5 olarak hesaplanmaktadır. 2010 yılında ise %3,5 olarak hedeflenen büyüme, %9 olarak gerçekleşmiştir. Buna karşın, 2009 yılında %5 büyüme beklenirken %4,8 küçülme gerçekleşmiştir[2]. Birer yıllık dönemler itibariyle değerlendirecek olursak, reel fiyatlarla 2006 yılında hedef %5, gerçekleşen %6,89 ile %38 sapma; 2007 yılında hedef %7 iken gerçekleşen %4.67, sapma -%33; 2008 yılında hedef %5,5 iken gerçekleşen %0,66, sapma -%88; 2009 yılında hedef %5 iken gerçekleşen -%4.74, sapma -%195 olmuştur[3].
Üçer yıllık hedefler açısından büyüme öngörülerini değerlendirirsek; reel olarak 2008 yılında %5 GSYİH büyümesi beklenirken, -%87 oranında sapma ile % 0,66 oranında büyüme sağlanmıştır. Keza, 2009 yılı için öngörülen %7,1 büyüme oranı, -%167 oranında sapma ile -%4,74 olarak gerçekleşmiştir[4].
3 yıl gibi orta vadeli bir dönemde ekonomide yaşanabilecek en olası sonuçları göstermesi açısından OVP önemli bir öngörüdür. Her yılın en fazla üç kez revize edilerek tahmin edilebildiği ortamda, hedeflerden sapmaların boyutu Planın şeffaflığı, itibarı, güvenirliği ve kabul edilebilirliği açısından önemlidir. Ekonomide güven vermeyen bir Plan, iktisadi işlevi olan tüm gerçek ve tüzel kişiler ile iç ve dış ekonomi öğeleri tarafından iktisadi kararlarında dikkate alınmayacak, beklentiler farklı yönde şekillenecektir.
Görüldüğü üzere büyüme konusunda ciddi yanılgı içerisinde hareket etmekteyiz. Bugünkü hedef konusunda ise küresel ekonomi ve bunun içeriye yansımaları nedeniyle daha düşük büyüme beklentileri kamuoyunda hakim durumda. IMF, şu an itibariyle Türkiye’nin büyüme oranını %2,5 olarak deklare etmektedir. Birçok kamuoyu araştırmalarında büyüme rakamlarının gerçeği yansıtmadığı ve oldukça iyimser tablolar çizildiğinin vurguladığına tanık olmaktayız. Daha düşük bir büyüme, Program hedefleri kapsamında işsizlik ve bütçe açıklarının daha fazla olacağına, dolayısıyla borçlanma gereksiniminin yüksek çıkacağına; buna karşın dış ticaret ve cari işlemler açığında ise daha olumlu gelişmelerin varlığına sirayet etmektedir. Enflasyon hedeflemesinde ise başka değişkenler devreye girmediği sürece başarı şansının artmasına imkan tanıyacaktır.
OVP’ın temel iktisadi argümanlarının istikrarlı büyüme, kamu maliyesi dengeleri, faiz ve enflasyon oranlarının daha sağlıklı bir yapıya kavuşması ile istihdam üzerine kurulu olduğu anlaşılmaktadır. Ama programın en yoğun vurgusunun cari açık konusunda yaşanan ve yaşanması muhtemel sorunlar olduğunu belirtmekte fayda bulunmaktadır. Genel olarak belli bazı maliyetlerine rağmen büyüme olumlu karşılanırken, cari işlemler açığının milli gelire olan oranının artması olumsuz bir durum olarak karşılanmaktadır. IMF ve Dünya Bankası gibi kurum ve kuruluşlar açısından cari işlemler açığının GSMH’ye olan oranın -%6’yı geçmesi muhtemel bir döviz krizi olarak nitelendirilmekte, -%2 ile -%4 oranı arası kritik eşik sayılmakta, buna karşın -%2’nin aşağıdaki gerçekleşmeler de ise risk yok sayılmaktadır.
Geçmiş dönem değerlendirmelerinde, büyüme dönemlerinde cari açığın ulusal gelire payının arttığı rastlantısal olmamakla beraber gerçekken, tüm büyüme dönemlerinde cari açık oranının küçülmesi mümkün gözükmemektedir. Bu durum, ancak ve ancak en yoğun ticari ortaklarımızın bizden daha güçlü büyümesi durumunda veya yeni pazarların varlığı halinde geçerlilik taşımaktadır. Bu durum, dünyada büyüme beklentileri genel itibariyle olumlu yönde iken, gelişmiş ülkelerin büyüme hızlarının çok yüksek olmayacağı düşünüldüğünde çokta gerçekçi bir hedef olarak görülmemektedir. Program dönemleri itibariyle cari işlemler açığının ulusal gelire olan oranı 2006 yılından itibaren -%4, -%7,9, -%6,4 ve -%6,8 olarak hedeflenmişken, -%6,1, -%5,9, -%5,7 ve -%2,3 olarak gerçekleşmiştir.
Üçer yıllık dönemler itibariyle bakarsak; 2008 yılında -%3,1 planlanan açık oranı, %84 sapmayla -%5,7; 2009 yılında ise -%6,6 olan oran, ekonomide yaşanan daralmanın da etkisiyle olumlu yönde olmak kaydıyla -%65 oranında azalarak -%2,3 olarak gerçekleşmiştir[5].
Birer yıllık Planlar itibariyle, 2009 yılında yaklaşık 47 milyar Dolar hedef sapmasının (-%32 oranında) neticesinde FOB ihracat rakamının 102 milyar Dolar olarak gerçekleştiği görülmektedir. 2006-2009 dönemine ilişkin 4 ayrı bütçe döneminde ihracat 85 milyar Dolardan 102 milyar Dolara ulaşmıştır. İhracatta hedef ise 84 milyar Dolardan 149 milyar Dolara çıkması yönündeydi.
CIF İthalat ise; 4 bütçe döneminde 139 milyar Dolardan 140 milyar Dolara çıkmıştır. İthalat hedefi ise, 122 milyar Dolardan 234 milyar Dolara çıkması yönündeydi[6].
2009 yılındaki hedefler itibariyle yaşanan küresel kriz neticesinde ithalatta hedefe göre 74 milyar Dolar azalma gerçekleşmiştir. Gerçekleşen bir önceki yıl rakamlara göre ise 60 milyar Dolar azalma meydana gelmiştir.
Bu sonuçlara göre; ihracatta %17 ile -%32; ithalatta ise %20 ile -%40 arasında sapmalar oluştuğu anlaşılmaktadır.
Hiç kuşku yok ki; döviz piyasaları, enerji piyasaları ve uluslararası siyasi ve ekonomik gelişmeler bu hedeflerin başlıca değişkenleri olarak belirleyici olacaktır. Birer yıllık hedefler olarak baktığımızda, 2006 yılından itibaren %53, -%25, -%11 ve 2009 yılında hedeften -%66 civarında sapmalar bulunmaktadır. Cari işlemler dengesinin (reel fiyatlarla) GSYH’ya olan oranları; büyüme yönündeki hedef sapmalarında büyüme oranındaki sapmalardan daha fazla tepki vermiş, yani cari açık daha hızlı büyürken, küçülme yönündeki tüm hedef sapmalarında ise küçülme oranlarına nazaran oldukça daha az düzeyde tepki vermiştir. Nitekim, 2007, 2008 ve 2009 dönemlerinde beklentilerin aşağısında gerçekleşen tüm büyüme (küçülme) dönemlerinde cari açık, milli gelirdeki olumsuz sapmadan önemli sayılabilecek ölçekte daha az etkilenmiştir. Yani, cari açığın ulusal gelire olan oranının, hedef büyüklüklerle beraber düşünüldüğünde, yukarı yönlü baskısı aşağı yönlü baskısından daha güçlü hissedilmiştir. Bir diğer ifadeyle, cari açık olmadan büyüme konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaktayız. Bir başka konu, ortalama vadede %5 civarındaki büyüme, net dış ticaretin önemini daha çok artırmaktadır. Geçmiş deneyimlerimizde küçülme dönemlerinde net dış ticaret büyümeye olumlu katkı sağlarken, iç talep küçülme kaynağı olagelmiştir. Bugün ise net dış ticaretin büyümeye ciddi olumlu katkı yapması beklenmektedir. Bu durum, en doğal haliyle cari açığı biraz frenlemektedir.
Cari açık konusunda yaşanan olumsuz gelişmeler üzerine Merkez Bankası para politikasındaki önceliğini kredi artış hızını yavaşlatmak üzerine oturtmuştur. Bu kapsamda, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) bu politikaya destek amacıyla son dönemlerde aktif hızı belirli bir oranı aşan bankalara kredi verme imkanını daraltmak suretiyle vb düzenlemelerle tüketici ve bireysel kredilerin önünü kesmeye çalışmıştır. Keza, cari açık konusunda TCMB’da hem döviz piyasasına, hem de karşılık oranları kanalıyla faiz piyasasına yoğun müdahalelerde bulunarak cari açığı frenlemeye çalışmaktadır. Maliye Bakanlığı da benzer şekilde cari açıkta önemli rol oynayan başta enerji sektörü olmak üzere; otomotiv, sigara, alkol gibi birçok sektörde, çeşitli mal ve hizmetlerde ÖTV başta olmak üzere vergileri artırmak yoluyla iç talebi kısmaya çalışmaktadır. Fakat, alınan tüm önlem ve tedbirleri yapısal tedbirler olmasından ziyade, ekonomiyi soğutmaya dönük günlük politik tedbirler olarak nitelendirebiliriz. Bir başka konu ise alınan önlemlerin enflasyon hedeflemesi konusunda karar alıcılara kolaylık sağlamasıdır.
İşsizlik konusunda da birer yıllık hedefler olarak 2006 yılından itibaren %10, %10,5, %9,6 ve %9,8 olarak belirlenen işsizlik oranı; yine sırasıyla %10,2, %10,3, %11 ve %14 civarında gerçekleşmiştir. Bu oranda da -%2 ile %43 arasında sapmalar gerçekleşmiştir. İstihdam koşullarında ise özel kesimin yatırımları belirleyici olacaktır. Yatırımcıların büyüme ve işsizlik sorununa kalıcı bir çözüm sağlayabilmesi için makro açıdan öngörülebilir bir enflasyon düzeyi, döviz kuru düzeyi ve faiz düzeyi; istikrarlı bir fiyat yapısı ile istikrarlı bir talep düzeyi ve bunun sonucu olarak sürdürülebilir ve kararlı bir büyüme modeline ihtiyaç duyulduğunu ifade etmekte yarar bulunmaktadır. 2012-2014 döneminde ortalama %5 büyüyen ekonominin, işsizlik sorununa da çözüm üreteceği gerekçesiyle %10,5 olan işsizlik oranının, dönem sonunda %9,9’a düşmesi umulmaktadır. Yaklaşık olarak 1.300.000 kişinin yeni iş sahibi olması hedeflenmiştir. Bu ise; 100 kişilik bir işyerinde yaklaşık 13.000 yeni işyeri, 50 kişilik işletmelerde 26.000 yeni işyeri anlamına gelmektedir. Tarım sektöründe ise 200.000 kişinin istihdam kaybına uğrayacağı ifade edilmektedir. Büyüme ve işsizlik öngörüleri neticesinde kişi başına gelirin 2011 yılında 10.363-$’dan 2014 yılında 12.412-$’a çıkması beklenmektedir. Kişi başına gelir, uluslararası karşılaştırmalarda daha anlamlı sonuçlar yansıtsa da, tek başına yeterli olmamaktadır. Hele ki, yakın zamanda gini katsayısının7 0,44 civarında olduğu bir ekonomide kişisel geliri ölçüt almak anlamlı sonuç vermeyecektir .
Birer yıllık hedefler doğrultusunda 2006 yılından itibaren bütçe gelirlerinde %22, %5, %1 ve -%12 düzeyinde; bütçe giderlerinde ise %11, %7, %1, ve %3 civarında sapmalar gerçekleşmiştir. Bu konuda belki de en büyük darbeyi merkezi yönetim bütçe dengesi konusunda almış bulunmaktayız. 2006 yılında -18.322 milyon TL olan denge -4.643 milyon TL; 2007 yılında -8.766 milyon TL olan denge hedefi -13.708 milyon TL, 2008 yılında -18.909 milyon TL olan hedef -17.432 milyon TL ve 2009 yılında -15.548 milyon TL olan denge hedefi -52.215 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Buna göre; bütçe dengesi anlamında -%75 ile %236 oranları arasında sapmalar yaşandığı tespit edilmiştir.
___________________________
7 Gini Katsayısı, bir ülkede milli gelirin dağılımının adaletli olup olmadığını ölçmeye yarayan bir katsayıdır. Katsayı 0 ile 1 arasında değerler alır ve yüksek değerler daha büyük eşitsizliğe tekabül ederler. Örneğin herkesin aynı gelire sahip olduğu bir toplumun Gini katsayısı 0 iken tüm gelirin bir kişide toplandığı (birden çok kişinin mensup olduğu ) toplumun Gini katsayısı 1’dir. http://tr.wikipedia.org/wiki/Gini_katsay%C4%B1s%C4%B1
III-SONUÇ:
OVP, beklenti ve hedefleri ortaya koyarken mutlak suretle iyimser, kötümser ve normal iktisadi koşulların olasılıkları altında ve senaryo analizleri dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Gerçekçi bir OVP, itibar edilebilir bir taahhüt niteliğinde sayılmakta ve üçer yıllık periyodlarla verilecek tüm iktisadi kararlara referans olmaktadır. Elbette ki, hedef bir nokta veya bir bant içerinde belirlenebilir. Birinci hedefleme başarı şansını düşürürken, diğeri başarı şansını artırmaktadır. Buna karşın, birinci tür hedefleme politikalara daha çok güven duymamıza neden olabilir. Nokta hedefleme şeklindeki OVP hedeflemelerin tüm riskler dikkate alındığında sapma göstermesi normal olmakla beraber, orta vadeli bir dönemde öngörü bile sağlamayacak boyuttaki sapmalar OVP’nin önem ve değerini yok edecektir.
Sonuç olarak, yukarıda da yer verdiğimiz üzere Plan konusundaki geçmiş deneyimlerimiz göstermektedir ki; OVP konusunda hedeflere göre önemli düzeylere varan sapmaların yaşandığı, daha çok iyimser koşulların varlığı düşünülerek bu Planların hazırlandığı anlaşılmaktadır. Bir Plan başarısı, tüm riskleri belirli olasılıklarla içermesine ve toplum nezdindeki güvenirliğine bağlıdır. Bu kapsamda, iktisadi koşullarda oluşabilecek muhtemel içsel ve dışsal şoklara ve gelişmelere daha duyarlı hedeflerin konabilmesi için öngörülerde daha objektif kriterlere ağırlık verilmesinin beklentileri yönetmekte faydalı olacağı düşünülmektedir.
[1] 2006 verileri 2006-2008, 2007 verileri 2007-2009, 2008 verileri 2008-2010, 2009 verileri 2009-2011 OVP’dan alınmıştır.
[2] Orta Vadeli Mali Program;
[3] Kaynak DPT, TÜİK, TCMB, Maliye Bakanlığı.
[4] 2008 yılı verileri 2006-2008; 2009 verileri ise 2007-2009 OVP’den temin edilmiştir.
[5] 2008 yılı verileri 2006-2008; 2009 verileri ise 2007-2009 OVP’den temin edilmiştir.
[6] 2006 verileri 2006-2008, 2007 verileri 2007-2009, 2008 verileri 2008-2010, 2009 verileri 2009-2011 OVP’dan alınmıştır.