Ali ÇAKMAKCI[1]
I-GİRİŞ:
1970’li dönemlerde yaşanan ekonomik krizin çözümünde Keynesyen ekonomi kuramının yetersiz kaldığı ve devletin ekonomi hayatında iktisadi teşekküllerle kalmasının krizi daha da derinleştirdiği anlaşılmıştır. Bu dönemde yaşanan krizin temel nedeni olarak Keynezyen iktisat düşüncesi gösterilmiştir. Bu çerçevede tüm dünya’da kamu girişimciliği yerine, özel sektör girişimciliği yani serbest pazar ekonomisinin işlerliği önem kazanmıştır. Zaten dünya’da özelleştirme konusundaki öneriler de bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu krizle birlikte yaşanan dönem, özelleştirme uygulamalarının artık dünya’nın ekonomi politikasına bir iktisat aracı olarak girmeye başlaması yönünden önemlidir.
Keynesyen iktisadi düşünceye karşı alternatif bir yol olarak neo-klasik iktisadi düşüncesi ortaya çıkmıştır. 1970’li dönemin ağır ekonomi koşullarına çözüm önerisi olarak sunulan liberal eksenli bu kuram iki tane değişkene bağlı olarak tasarlanmıştır. Neo-klasik ekonomi düşüncesinin dayandığı değişkenlerden bir tanesi piyasaların re-organize edilmesi, yani bir başka ifadeyle piyasaların deregülasyonudur. Bahsi geçen iktisadi düşüncenin önemli ikinci değişkeni olarak ise özelleştirme uygulamaları dikkat çekmektedir. Özelleştirme uygulamaları, bu dönemdeki önemli düzeydeki bütçe açıkları ve dış borçlar yüzünden, IMF gibi uluslararası finans kuruluşları tarafından da desteklenmiş ve hatta ülkeler bu konuda zorlanmıştır.
Özelleştirme yaklaşık 30-35 yıllık gibi bir süreçte tüm dünyanın gündeminde olmakla beraber, her ülkenin aynı hızla özelleştirme sürecine dahil olduğunu ifade edebilmek oldukça güçtür. Zira her ülkenin devlet yapıları farklı olmakla birlikte, ekonomik sorunları ve çözümleri farklı gerekçeler taşımaktadır. Aşağıda yer alan çalışma kapsamında özelleştirme uygulamalarının önündeki temel nitelikli sorunlara yer verildikten sonra, Türkiye’de bu konuda yaşanan sorunlar açıklanacak ve çözüm önerileri ortaya konacaktır.
II- ÖZELLEŞTİRME UYGULAMALARIN ÖNÜNDEKİ TEMEL NİTELİKTEKİ SORUNLAR:
İktisat biliminde tekel, yakın ikamesi bulunmayan bir mal veya hizmetin tek satıcısının bulunması durumuna ve bu tek satıcıya verilen isimdir. Bu durum ya hukuki bazı imtiyazlarla ya da ekonomi biliminin doğal sonucu olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bir diğer ifadeyle, piyasadaki teşebbüs sayısı iki veya daha fazla değil ve tek bir firma en düşük maliyetle ilgili piyasadaki tüm talebi karşılayabiliyorsa, o piyasanın yapısı monopol fakat bu monopol yapı diğerlerinden farklı olarak kendiliğinden oluştuğundan doğal monopol olarak isimlendirilmektedir. Eğer ki birden fazla firma bulunmakta ise, tek bir firma olarak birleşmektedirler ya da yüksek maliyetle çalışanlar artık piyasa mekanizması dışına itileceklerdir. Gelişen iktisadi yapıda teşebbüsler arasında bazı hukuki olmayan anlaşmalar mevcutsa, diğer teşebbüsler atıl kapasiteyle çalışarak toplumun kaynağının israfına neden olacaklardır.
Devlet bazı özel mal ve hizmetlerin üretiminde ve tüketiminde yaşanan sorunların çözümüne ilişkin olarak özel mal ve hizmetler üretebilmektedir. Yalnız bazı mal ve hizmetlerin devlet tarafından üretim konusu olmaları, piyasanın bu konudaki yetersizliğinden kaynaklanmamakta, tamamen tüketicilerin refahının maksimizasyonu ile ilgili de olabilmektedir. Diğer bir deyişle devlet, piyasanın bu işi toplumun refahı yerine kendi çıkarlarını düşünerek yerine getireceği gerekçesiyle üretimi üstlenmek zorunda kalmıştır. Yani bu konuda bir anlamda piyasaya güvensizlik sözkonusudur, bir başka yaklaşımla piyasa başarısızlığı sözkonusudur. Toplum için zorunlu olan üretimi azalan marjinal maliyet, sıfır marjinal maliyet üretim koşulları, ölçek ekonomisi ile üretim konusunun varlığı, kamuya yararlı dışsallıkları olan mal ve hizmetlerin üretimi konularını doğal monopolün oluşum nedenleri olarak sayabiliriz.
Doğal tekel, ciddi yatırım gerektiren ve özellikle özel kesimin girmeye cesaret edemediği alt yapı yatırımlarında oluşum göstermektedir. Bu yatırımlar ilk kuruluş yıllarında ciddi düzeylerde sabit yatırım gerektirmekte, bunları karşılayacak düzeyde sermaye plasmanı gerekmektedir. Bu sektörler genellikle gaz, enerji, su, telekominasyon, demiryolu, köprü, havayolu gibi alanlarda kendini göstermektedir. Doğal monopol yapıları temel yapıları itibariyle genellikle hizmet sektöründe yoğun olarak bulunmaktadırlar. Doğal monopolün oluşumu ekonomik düzenin sonucu olarak veya bazı korumacı politikalarla da açıklanabilir. Korumacı politikalar dolayısıyla doğal monopol yapısının varlığı, bu piyasalarda oluşan rekabetin iktisadi etkinliği ortadan kaldıracağı gerçeğine dayanmaktadır.
Belirli bir malın bir tek satıcısının olması durumu, tam rekabetteki endüstri kavramına benzetilebilir. Endüstri, tam rekabet şartlarında aynı malı üreten bütün firmaların toplamına verilen isimdir. Endüstri içindeki her firma ayrı bir karar birimidir. Firma endüstri arzının ve piyasa talebinin belirlediği fiyat seviyesini veri olarak kabul eder ve kendisine en yüksek karı sağlayacak üretim hacmini tespit eder. Tekelde ise, ayrı ayrı firmalar yerine bir tek firma sözkonusudur. Tam rekabette firmaların karşı karşıya olduğu piyasa talep eğrisi, tekelde bu tek firmanın karşı karşıya kaldığı talep eğrisidir. Dolayısıyla tek firma, tam rekabet piyasasındaki tek firma gibi, fiyatı veri olarak kabul etmek zorunda değildir. Tekelci firmanın kararları malın piyasa fiyatını etkilemektedir. Başka bir deyişle fiyatı belirleyen, tek firmanın arzı ile piyasa talebi ya da toplam taleptir. Tekelci firmanın karını maksimize eden üretim ya da arz miktarı ile piyasa talebinin eşitlendiği noktada, piyasa denge fiyatı oluşmaktadır[2].
Monopol yapının da tam rekabet piyasası gibi denge üretim düzeyini sağlayan düzey, marjinal maliyet eğrisi ile marjinal hasılat eğrilerinin eşitlendiği noktalar olmaktadır. Bu piyasada firma hangi piyasaya mal arz ederse etsin maliyet yapısı değişmeyeceğinden monopol firmanın karı da maksimize edilmiş olacaktır. Doğal monopolün maliyet yapısı ve denge üretim düzeyine ilişkin maliyet ve fiyat grafiği aşağıdaki gibidir:
Piyasa Fiyatı (X)
Üretim Düzeyi (Y)
Grafik 1: Monopolcü Firmanın Üretim Ve Maliyet Yapısı[3]
Yukarıdaki grafikte görüldüğü üzere marjinal hasılat (MH) ile marjinal maliyet eğrilerinin kesiştiği nokta olan D noktasında ya da diğer bir deyişle OA üretim düzeyinde monopolcü firma karı maksimize edilmektedir. Yani bu noktanın ötesinde bir üretim düzeyi marjinal maliyeti, marjinal hasılatın üstüne taşıyacağından rasyonel olmayan bir üretim düzeyi olacaktır. Bu üretim düzeyinde firmanın hasılatı OA üretim düzeyi ile marjinal maliyet ile marjinal hasılat noktalarının kesiştiği D noktasından ortalama hasılat noktasına çıkılan E noktasına ilişkin fiyat düzeyinin çarpımına eşit olacaktır. Yani hasılat OPEA dikdörtgeni kadar olacaktır. Yine bu üretim düzeyinde toplam maliyet ise, OA üretim düzeyi ile bu üretim düzeyine tekabül eden ortalama maliyet (OM) eğrisinin kesiştiği nokta olan AB ya da OF fiyat düzeyinin çarpımına eşit olan 0FBA dikdörtgeninin alanına eşit olacaktır. İki dikdörtgen arasındaki farka tekabül eden PFEB dikdörtgeni ise monopolcü firmanın karı olacaktır ki, bu kar firmanın sağlayabileceği maksimumum kar düzeyi olacaktır.
Fakat her zaman bu böyle olmamakta, özellikle tekelci yapıya karşı düzenleyici ve yönlendirici önlemler alınamadığında, tekelci firma karını artırmak amacıyla üretim düzeyini düşük tutabilmekte ve bunun sonucu olarak ise karını artırabilme imkanı bulmaktadır. Bu durumda eksik üretim eksik tüketimi yaratmakta ve toplumun ciddi bir kısmı refah seviyesinde eksilme hissedebilmektedir. Diğer kesim ise daha fazla fiyat ödemekle fayda düzeyini koruyabilmektedir.
Tekelci fiyat uygulanması, üretim sonucu ortaya çıkan katma değerin büyük bir kısmının tüketiciden üreticiye transferi sonucunu doğurur. Tüketicilerin piyasanın rekabetçi olması durumunda elde edecekleri ilave değer, tekel sahiplerine geçer ve bu da gelir dağılımını olumsuz yönde etkiler[4]. Sonuç olarak, doğal monopol düzenindeki iktisadi yapıların özelleştirme kapsamında gösterilmesi veya özelleştirilmesi, toplumsal refah düzeyi bakımından açıklanması zor durumu ifade etmektedir. Bir başka bakış açısıyla, toplum doğal monopol yapısındaki iktisadi teşekküllerin özelleştirilmesi ile artık daha az mal ve hizmet tüketimi karşılığında daha fazla bir bedel ödemekle karşı karşıya bulunmaktadır.
Dışsal ekonomiler, mal ve hizmetlerin sosyal optimuma göre daha az veya daha fazla arzına neden olan özel bir piyasa başarısızlığıdır. Ekonomik bir faaliyet sonucu yaratılan fayda ya da zararların üçüncü kişileri de olumlu veya olumsuz bir biçimde etkileyebilmesi “dışsallık” olarak ifade edilmektedir. Diğer bir deyişle dışsal ekonomiler, bir ekonomik birimin diğer ekonomik birim veya birimler üzerinde dolaylı olarak ortaya çıkardığı olumlu ve olumsuz etkileri ifade etmektedir. Bu etkileşimler yarar ya da maliyet şeklinde üçüncü kişilere yansımaktadır. Sözkonusu etki üretici ya da tüketiciden gelebilmekte ve dışsallıklardan dolayı katlanılan fayda ve maliyetler değerlenememekte yani fiyatlanamamaktadır. Eğer ortaya çıkan etki, diğer firma veya kişinin fayda fonksiyonunu olumlu olarak etkiliyorsa pozitif dışsal ekonomiler, olumsuz yönde etkiliyorsa negatif dışsal ekonomiler sözkonusudur. Dışsal ekonomiler kaynak dağılımını olumsuz yönde etkileyecektir. Negatif dışsal ekonominin hakim olduğu bir endüstride üretim miktarı optimal düzeyin üstünde olacaktır. Çünkü firmalar faaliyetlerinden doğan maliyetlerin tümünü karşılamamaktadır. Pozitif dışsal ekonominin varlığı durumunda ise optimal miktarın altında bir üretim ortaya çıkacaktır. Bu nedenlerden dolayı dışsallıkların varlığı durumunda bu tür etkilerin piyasa fiyatlarına yansımaması sonucu tam rekabet koşullarında Pareto optimumu sağlanmamaktadır.
Dışsallıklar ilk defa İngiliz iktisatçı Arthur Cecil Pigou tarafından Servet ve Refah adlı kitapta sistematik bir biçimde analiz edilmiştir. Pigou sözkonusu kitapta dışsallıkların varlığında özel yarar ile sosyal yararın ve özel maliyet ile sosyal maliyetin birbirinden farklı olacağını ve bununda tam rekabetin etkinliği sağlamasının imkansız kılacağını ileri sürmüştür[5]. Eğer bir malın belli bir üretim düzeyinde bulunan marjinal sosyal maliyeti, marjinal özel maliyetten büyükse, sözkonusu malın üretiminin azaltılması toplumsal refah düzeyini artıracaktır. Yine marjinal özel maliyet belli bir üretim düzeyinde marjinal sosyal maliyetten fazla ise sözkonusu malın üretiminin artışı toplumsal refah seviyesini yükseltecektir. Yani marjinal sosyal maliyet ile marjinal sosyal faydayı birbirine eşitleyen nokta üretimde maksimum refahın sağlandığı nokta olacaktır. Doğal olarak sosyal faydaya fiyatlama yapamayan firmalar, bu değeri toplumla paylaşmayacaktır.
Üretimde yararsız dışsallıklar durumunda hükümetin piyasa mekanizmasına müdahale ederek etkinliği artırmada izleyeceği yollardan bir tanesi, hükümetin üretim ya da tüketimde yararsız dışsallığa yol açan malın her birinden üretimin optimal düzeyde olmasını sağlayacak kadar vergi almasıdır. Hükümet elde ettiği bu gelir kadar üretimde negatif dışsallığa tabi olanlara uğrayacakların zararlarının telafisinde kullanabilecektir[6].
Pozitif üretim dışsallığı kapsamında ikinci çıkış yolu ise, üçüncü kişi ya da kurumları olumlu şekilde etkileyebilecek olan üretim yasal düzenlemeler ile üçüncü kişilere, kurum ya da kuruluşlara bırakılabilir veyahut devlet bu işletmeler üzerindeki hakimiyeti devam ettirir. Devletin bu işletmeler üzerindeki hakimiyetini piyasa başarısızlığı yüzünden devam ettirme ihtiyacı, özelleştirme uygulamalarının önünde bir engel olarak kabul edilmektedir. Bir diğer yol ise, özel sektörde bulunan işletmenin devletleştirme kapsamında kamusal düzenlemelere tabi tutulmasıdır.
Özelleştirme uygulamalarında yatan sorunların diğer bir grubunu ise baskı grupları oluşturmaktadır. Özelleştirmenin ardındaki başlıca baskılar, “pragmatik, ideolojik, ticari ve popülist zorlamalardır”. Pragmatik yaklaşımda olanların hedefi daha etkin, daha mükemmel bir devlettir. Konuya ideolojik açıdan yaklaşanların hedefi ise özel kurumlar karşısında daha küçük rolü olan daha ufak bir devlettir. Ticari faydacıların hedefi ise devletin kendilerine doğru yönelteceği kamu harcamalarından daha fazla pay alarak daha fazla iş yapmaktır. Son olarak popülistlerin hedefi ise, çok geniş olan kamusal ve özel bürokrasinin gücü azaltılırken, insanlara kendi ortak ihtiyaçlarının tatmin edilmesinde daha fazla yetki vererek daha mükemmel bir topluma ulaşmaktır[7].
Özelleştirme uygulamalarında yaşanan sorunlardan birisi ise zamanlama sorunu olarak göze çarpmaktadır. Liberal düzende özelleştirme uygulamaları sadece içsel nedenlerle etkilenmemekte, aynı zamanda uluslararası gelişmelerde önem kazanmaktadır. Bir başka ifadeyle ülkenin içinde yaşamış bulunduğu kaynak sıkıntısı, milli gelir, enflasyon, faiz oranları, kamu açıkları gibi değişkenlerin yanında uluslararası değişkenlikte önemli olmaktadır. Zamanlama sorununu sırasında ekonomik göstergeleri dikkate almakla birlikte yaşanan siyasal, sosyal ve hukuki gelişmelerinde dikkate alınmasında yarar bulunmaktadır. Zira özellikle yabancı sermaye gruplarına açık olan ihalelerde ya da uluslararası arzda politika başarısı ancak bu içsel ve dışsal etmenlerin bir arada değerlendirilmeleri neticesinde sağlanabilecektir.
5) Ulusal Bağımsızlık Sorunu:
Özelleştirme karşıtlarının savundukları anti-özelleştirme uygulamalarının ekonomik gerekçeler dışında bir başka gerekçesi ise yapılan uygulamalar neticesinde ulusal bağımsızlığın tehlike altına girebileceği endişesine dayanmaktadır. Zira onlara göre, liberalizm ulusal bağımsızlıktan vazgeçmekle aynı anlamları taşımaktadır. Geniş anlamda liberalizm karşıtlarına; dar anlamda ise özelleştirme karşıtlarına göre, özel önem taşıyan telekominasyon, kıyı işletmeciliği, petrol, finans gibi bazı alanlarda özelleştirmelerin gerçekleşmesinin ulusal bağımsızlığı tehlikeye atacağı düşünülmektedir. Hukuk devletlerinde, ulusal bağımsızlık anayasal olarak güvence altında bulundurulduğundan, zaman zaman ulusal bağımsızlığın tehlike altına girdiği gerekçesiyle özelleştirme uygulamalarının iptal edildiği bilinen bir gerçektir.
6) Hukuksal Sorunlar:
Özelleştirme konusunda yaşanan sorunlardan bir diğeri ise, özelleştirme uygulamalarının sağlıklı bir hukuki ortamda yapılmamasıdır. Bu konuda özellikle başarılı olamama nedenlerinden birisi politikaların bir çok uygulama birimi tarafından gerçekleştirilmesidir. Bunlara ilave olarak, bu kurum ve kuruluşlar arasında yaşanan koordinasyon eksikliğini de bir başka önemli nokta olarak sayabiliriz. Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefleri çerçevesinde yapılan ihalelerde yerli ve yabancı sermaye gruplarının eşit şartlar altında yarışmaları ise özel önem taşımaktadır. Avrupa Birliği nezdinde mülkiyetin kime ait olacağından ziyade, sağlıklı rekabet yapılarının oluşması ve gelişmesi önemlidir. Bu çerçevede, yabancı sermaye gruplarına uluslararası tahkime gitme haklarının hukuksal olarak sağlanması gerekli olmaktadır.
Özelleştirme ile ilgili genel nitelikteki sorunlara yukarıda açıklandıktan sonra, sorunların azaltılması ya da nispeten hafifletilebilmesi için aşağıdaki kurallara ve yöntemlere bağlı kalınmasında yarar bulunmaktadır:
Firmaların piyasa değerini etkileyen faktörler makro ve mikro faktörler olarak ikiye ayrılmaktadır. Makro faktörler genel olarak firmaların açık birer sistem olarak üçüncü kişi ve kurumlarla olan etkileşimleri sonucu doğan temel nitelikli ve herkesi farklı ölçüde ya da oranda etkileyen faktörlerdir. Bunlar ise içinde faaliyette bulunulan sektör, hukuki yapı, ekonomik konjöktür, uluslararası ekonomi ve gelişmeler, para değerinde yaşanan dalgalanmalar, maliye ve para politikalarında devletlerin izlemiş olduğu politikaların faizler ve yatırımların karlılık vs gibi özellikleri üzerindeki etkileri, sektöre olan bakış açısı (özellikle orta ve uzun vadede daha çok kazandıran sektörler fiyat/kazanç oranları yüksek olanlardır. Zira X ve Y şirketlerine yatırım yapan iki yatırımcıdan birisinin elde edeceği bir birimlik kazanca, diğer yatırımcıdan bugün daha fazla bedel ödemesinin temel nedeni, sözkonusu sektörün önünün son derece açık olması, yatırım potansiyelinin fazlalığı, gelişme ve karlılık imkanlarının fazlalığı gibi nedenler olarak sayılabilmektedir.), sektörel gelişmeler ve dış ticaret gelişmeleri gibi faktörlerdir.
Mikro faktörler ise şirketin içsel nitelikleri ile ilgili konulardan kaynaklanmaktadır. Bu faktörler ise firmanın itibarı (şerefiyesi), kuruluş yeri ve personel yapısı, finansal oranları (içinde bulunulan sektör ve ulusal-uluslarası sektörel gelişmelerle birlikte değerlendirilmelidir.) kullanılan teknoloji, mevcut ve potansiyel pazar payı, kredibilitesi, yatırımları ve yatırımların ekonomik ömrü ile geri dönüş oranı gibi temel finansal beklentiler ve analizler, yönetici kalitesi gibi faktörlerdir.
Özelleştirme program ve kapsamına alınan kurum ya da kuruluşun cari piyasa değerine ilişkin olarak belirtilmiş değerleme ölçüleri, kendi içerisinde üstün ve zayıf yönleri bünyesinde barındırmaktadır. Bu değerleme ölçülerinin her biri farklı nitelikleri sahip olup, bu farklılıkların dikkate alınması suretiyle en iyi ölçünün baz alınması gerekmektedir.
- Avrupa Birliği’nde yaşanan gelişmelere paralel olarak uygulanacak politikaların özelleştirme uygulamaları ile olan uyumunun sağlanması önemlidir.
Türkiye ise, özelleştirme çalışmalarına diğer gelişmekte olan ülkelerden daha önce başlanılmasına rağmen, tüm ülkelerin gerisinde kalmıştır. Bu gecikmenin ardında yatan nedenleri;
- Özelleştirmenin bir devlet politikası olması nedeniyle, Türkiye’de bugüne kadar diğer ekonomi konularında olduğu gibi özelleştirme konusunda da istikrarlı bir devlet politikasının şekillenememesi (bugüne kadar rant kavgaları dolayısıyla siyasi çevrelerin bu konuda siyasi riski alamamaları, bir diğer ifadeyle yukarıda da belirttiğimiz üzere siyasi çevrelerin çeşitli baskı gruplarını karşılarına alma riskini göze alamamaları), siyasi anlamda ve ekonomi bağlamında istikrarın sağlanamaması,
- Kamu İktisadi Teşekkülleri(KİT)’nin özelleştirilmesi safhasında pazarlama stratejilerinin başarıyla ortaya konamaması,
- Özelleştirme uygulamalarında yaşanan hukuksal sorunların varlığı,
- Toplumsal uzlaşma ve diyalog eksikliği,
- Sosyal güvenlik, iş kaybı ve istihdam konularında gerekli hukuki ve teknik altyapı düzenlemelerinin yapılmasında geç kalınması,
- Aşırı istihdamla çalıştırılan KİT’nin özelleştirilmesi sonucunda zaman zaman işsizlik sorunu ile karşılaşılması,
- Ülkemizde özelleştirme uygulamaları Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (4046 sayılı Kanun çerçevesinde; KİT, KİT statüsünde olmayan ve hisselerinin çoğunluğu devlete ait kuruluşlar, devlete ait iştirakler, Hazine’ye ait paylar, Genel ve Katma Bütçeli idarelerin doğrudan hizmeti ile ilgili olmayan varlıklarının özelleştirilmesi), Enerji Bakanlığı (3096 sayılı Kanun çerçevesinde; elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımının özelleştirilmesi) ve Ulaştırma Bakanlığı (4161 sayılı Kanun çerçevesinde; Türk Telekomünikasyon AŞ ve katma değerli telekomünikasyon hizmetleri ki bunlar; mobil telefon, çağrı, data şebekeleri, akıllı şebeke, kablo televizyon, ankesörlü telefon, uydu sistemleri vb vasıtasıyla verilen telekomünikasyon hizmetlerinin özelleştirilmesi) olarak üç ayrı kurum tarafından yapılmakta olması nedeniyle uygulamada bir mevzuat birliğinin sağlanamamış olması,
- Kamu kurum ve kuruluşları arası işbirliği ve koordinasyonda karşılaşılan sorunların varlığı (özellikle özelleştirme kapsamındaki kuruluşların gayrimenkul sorunları Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Maliye Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, ilgili Belediyeler ve bu kuruluşların yerel birimleri arasındaki bürokrasi nedeniyle yıllarca çözümsüz kalabilmektedir. Bunu aşacak yasal düzenlemelerin ivedilikle sağlanması ile özelleştirme süreci önemli ölçüde kısaltılabilecektir.),
- Özelleştirme İdaresi’nin, özelleştirilecek şirketler için danışmanlık hizmeti alımı ihalelerinde 4734 sayılı Kamu İhale Yasası’na tabi olması nedeniyle yaşanan gecikmeler,
- Özelleştirmenin kamuoyuna mal edilmesinde yaşanan gecikmeler,
olarak sayılabiliriz[9].
Yukarıda da açıklandığı üzere, özelleştirme bir yönetim sürecini ifade etmektedir. Özelleştirme uygulamalarında başarı şansı, genel olarak yukarıda yer alan yönetim kriterlerine bağlı olmakla birlikte, içinde bulunulan ekonomi koşulları da bu başarıyı doğrudan etkileyebilmektedir. Türkiye kapsamında özelleştirme uygulamalarından başarı elde edilmesinde dikkate alınması ya da sağlanması gereken ekonomik unsurları ise genel olarak aşağıdaki gibi sayabiliriz:
1- Sürdürülebilir bir ekonomik büyüme,
2- Kamu maliyesinde disiplinin sağlanmış olması,
3-Enflasyonist baskıların azaltılması ve/veya ortadan kaldırılması,
4-Dış ticaret hacminde olumlu gelişmeler (sözkonusu olumlu gelişmeler ile dışardan iç pazara satın alma imkanı sağlanacağı varsayımı ile),
5-Maliye ve para politikalarının ortak ekonomik amaçlar çerçevesinde ve birbirini destekleyici uygulamalar ile tamamlaması,
6-Yabancı sermayeyi teşvik edici müdahalelerin uluslararası gelişmeleri de takip etmek suretiyle zamanında yapılması.
IV-SONUÇ:
Yukarıda yer alan çalışma kapsamında özelleştirme uygulamalarının önünde yer alan ve tüm dünya’da karşılaşılan temel nitelikteki sorunlar açıklanmıştır. Daha sonra ise, özelleştirme sürecinde başarı şansını artırmak için gereken kıstaslar açıklanmaya çalışılmış, nihayetinde Türkiye’de özelleştirme konusunda yaşanan sorunlar ortaya konarak çeşitli çözüm önerileri getirilmiştir.
[1] Hesap Uzmanları Kurulu, Hesap Uzmanı;
[2] www.rekabet.gov.tr/word/sahin/4index.doc; ”Doğal Tekeller ve Regülasyon”; sf (29);
[3] www.rekabet.gov.tr/word/sahin/4index.doc; “Doğal Tekeller ve Regülasyon”; sf (30);
[4] www.rekabet.gov.tr/word/sahin/4index.doc;”Doğal Tekeller ve Regülasyon”; sf (30);
[5] ÜNSAL, Erdal M.; “Mikro İktisat”; 3. baskı; İmaj Yayıncılık; Ankara 2000; sf (527,528);
[6] ÜNSAL, Erdal M.; A.g.e.; sf (533);
[7] SAVAŞ, E.; http://www.canaktan.org/ekonomi/ozellestirme/kamu-ekonomisi-genisleme/eker-savas-ozellestirme.htm; ”Özelleştirmenin Gerekçeleri”;
[8]Strateji, yönetim biliminde uzun vadeli amaçlara ulaşmak için uygulanan yol olarak tanımlanmalıdır. Bunun için amaçlar ortaya konmalı, amaçlara ilişkin hedefler belirlenmelidir. Bu çerçevede özelleştirme uygulamalarında önce öncelikler belirlenecek, bunun için iyi bir kurumsal örgütlenme sağlanacak, beşeri ve fiziksel kaynaklar örgütlenecek ve hedefler doğrultusunda planlanacaktır. Uygulanmakta olan stratejinin geri bildirim yolu ile başarılı olmadığı anlaşılırsa, stratejik yönetim mekanizması yeniden tanımlanacaktır. Bunun için kamusal uygulamaların idaresel niteliği gereği kanuni düzenlemelere ihtiyaç gerekebilir.
[9] SARISU, Ekrem; “http://paribus.tr.googlepages.com/a_sarisu.doc”; “Dünya’da Ve Türkiye’de Özelleştirme, Genel Bir Değerlendirme”; Kasım 2003;