SİRKÜLER (2020)
Sayı/Konu: 2020/51: Dar Mükellef Gerçek Kişi Ve Kurumların İştirak Hissesi Ve Menkul Kıymet Satışlarında Kur Farkı Kazanç İstisnası-GVK Mükerrer 81. Madde Uygulaması Hk
Mevzuat: 193 GVK
Web: www.adenymm.com.tr
Email[1]: info@adenymm.com.tr, cakmakciali@adenymm.com.tr
Özet:
Gelir Vergisi Genel Tebliği (Sıra No:311) 27/5/2020 tarihli Resmi Gazete’ de Yayımlanmıştır.
Bilindiği üzere, 7/12/2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 10 ila 22 nci maddeleri arasında, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun bazı maddelerinde değişiklikler yapılmıştır. Diğer yandan aynı Kanunla 193 sayılı Kanuna geçici 91 inci madde eklenmiştir.
Bu kapsamda söz konusu değişikliklere ilişkin açıklamalar ile usul ve esaslarının belirlenmesine yönelik olarak hazırlanan 311 Seri Nolu Gelir Vergisi Genel Tebliği 27/5/2020 tarihli Resmi Gazete’ de yayımlanmıştır.
Söz konusu Tebliğ’de,
• Serbest Meslek Kazançlarında İstisna Uygulamasına,
• Hizmet Erbabının İşyerine Gidip Gelmesi İçin Sağlanan Menfaatlere İlişkin İstisnaya,
• Hakemlere Ödenen Ücret İstisnasına,
• Binek Otomobillerin Giderlerinin Vergi Matrahından İndirilebilmesine,
• Dar mükelleflerin (kurumlar dâhil) Türkiye'ye getirdikleri yabancı paralarla iktisap ettikleri menkul kıymetlerin ve iştirak hisselerinin elden çıkarılmasında kur farkı istisnasına,
• Ücret Gelirlerinin Vergilendirilmesine,
• Vekalet Ücretlerine İlişkin Tevkifat Uygulamasına,
• Yeni Gelir Vergisi Tarifesine,
• Sporcu Ücretlerinin Vergilendirilmesine,
ilişkin usul ve esaslar ile açıklamalara yer verilmiştir.
İçerik:
193 sayılı Kanunun mükerrer 81 inci maddesinin beşinci fıkrasında;
“…
Dar mükelleflerin (kurumlar dahil), yabancı sermaye mevzuatına göre ilgili mercilerden izin almak suretiyle, Türkiye'ye bizzat getirdikleri nakdî veya aynî sermaye karşılığında iktisap ettikleri menkul kıymetler ile iştirak hisselerini elden çıkarmalarından doğan değer artışı kazançlarının hesabında, kur farkından doğan kazançlar dikkate alınmaz. Şu kadar ki, bu mükelleflerin Türkiye'de elde ettikleri kazançların, münhasıran bu menkul kıymet veya iştirak hisseleri dolayısıyla elde edilen menkul sermaye iratlarından ve bu kıymet veya hisselerin elden çıkarılmasından doğan değer artışı kazançlarından ibaret olması şarttır. Bu mükelleflerin, Türkiye'de menkul kıymet alım satımıyla devamlı olarak uğraşmaları halinde, kur farkından doğan kazançlar da ticarî kazancın hesabında dikkate alınır.
...”
hükmü yer almaktadır.
“Bu Kanunun amacı, doğrudan yabancı yatırımların özendirilmesine, yabancı yatırımcıların haklarının korunması ile yatırım ve yatırımcı tanımlarında uluslararası standartlara uyulmasına, doğrudan yabancı yatırımların gerçekleştirilmesinde izin ve onay sisteminin bilgilendirme sistemine dönüştürülmesine ve tespit edilen politikalar yoluyla doğrudan yabancı yatırımların artırılmasına ilişkin esasları düzenlemektir…”
hükmü yer almaktadır. 4875 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde;
“Yabancı yatırımcılar tarafından Türkiye'de doğrudan yabancı yatırım yapılması serbesttir.”
hükmü yer almaktadır.
Dar Mükelleflerin Kur Farkı İstisnasına İlişkin Özel Hususlar:
193 sayılı Kanunun mükerrer 81 inci maddesinin beşinci fıkrası hükmüne göre, dar mükelleflerin (kurumlar dahil), yabancı sermaye mevzuatına göre ilgili mercilerden izin almak suretiyle Türkiye'ye bizzat getirdikleri nakdî veya aynî sermaye karşılığında iktisap ettikleri menkul kıymetler ile iştirak hisselerini elden çıkarmalarından doğan değer artışı kazançlarının hesabında, kazancın kur farkından doğan kısmı gelir veya kurumlar vergisinden istisnadır.
Dar Mükellefler İçin Kur Farkı Arındırması İle Maliyet Bedeli Endekslemesi Aynı Anda Kullanılabilir Mi?
Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan 311 seri numaralı GVK Genel Tebliğinde dar mükelleflerin kur farkı kazanç istisnası ile maliyet bedeli endeklemesi (eskalasyon)nin aynı anda uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin bir açıklaması bulunmamaktadır.
Yaklaşık 12 yıl önce ele aldığımız bir Makalede konuyu ele almıştık[2].
Bildiğimiz üzere GVK’nun 80’inci maddesine göre diğer kazanç ve iratlar, değer artış kazançları ile arzi nitelikteki kazanç unsurlarından ibaret bulunmaktadır. GVK’nun mükerrer 80’inci maddesinde vergiye tabi bulunan değer artış kazançları altı bent halinde sayılmış olup, değer artış kazançlarının safi tutarını, bir diğer ifadeyle, vergiye tabi tutarlarını tespit etmek için ise mükerrer 81’inci madde ihdas edilmiş bulunmaktadır. Bahsi geçen madde de safi değer artışının tespitine ilişkin olarak mükelleflere, maliyet bedeli endekslemesi (eskalasyon) ile kur farkı arındırmasına ilişin çeşitli imkanlar sağlanmaktadır.
Mezkur kanun maddesine göre; maliyet bedeli endekslemesi uygulamasında tam mükellef veya dar mükellef şeklinde herhangi bir yapmadan tüm mükelleflerin yararlanma imkanı bulunurken; kur farkı arındırmasından sadece dar mükellef gerçek kişiler ile kurumlar yararlanmaktadır. Bu noktada önemli bir sorun karşımıza çıkmaktadır. Buna göre; dar mükellef gerçek kişilerin, iktisadi nedenlerle benzer mahiyette olduğu -varsayılan- maliyet bedeli endekslemesi (eskalasyon) uygulaması ile kur farkı arındırması uygulamasından aynı elden çıkarma işleminde yararlanma imkanının bulunup bulunmadığı konusu tartışmalı bir husus olarak dikkat çekmektedir. Bize göre konunun, bahsi geçen kanuni düzenlemenin Vergi Usul Kanunu(VUK)’nun 3’üncü maddesi kapsamında kanun lafzı ve ruhunun da dikkate alınarak irdelenmesi gerekmektedir.
Maliyet bedeli endekslemesine göre; değer artış kazancı kapsamında vergiye tabi bulunan mal veya hakların elden çıkarılmasında iktisap bedeli, elden çıkarılan mal ve hakların, elden çıkarıldığı ay hariç olmak üzere Devlet İstatistik Enstitüsünce belirlenen toptan eşya fiyat endeksindeki (5479 sayılı Kanun’un 11’inci maddesiyle, VUK’nun mükerrer 298’inci maddesinin C bendine 08.04.2008 tarihinde yürürlüğe girmek üzere eklenen şekliyle üretici fiyatları genel endeksi) artış oranında artırılarak tespit edilir. Ayrıca, bahsi geçen bende, 5281 sayılı Kanun’un 28’inci maddesiyle 01.01.2006 tarihinde eklenen hükme göre; mükelleflerin, maliyet bedeli endekslemesi uygulamasından yararlanabilmesi için toptan eşya fiyat endeksindeki artış oranın %10 veya üzerinde bulunması gerekmektedir.
Yukarıda açıklandığı üzere, GVK’nun mükerrer 81’inci maddesi mükelleflere, safi değer artış kazancının tespiti için maliyet bedeli endekslemesinin yanında kur farkı arındırması yetkisi tanımaktadır. Buna göre; dar mükelleflerin (kurumlar dahil), yabancı sermaye mevzuatına göre ilgili mercilerden izin almak suretiyle, Türkiye'ye bizzat getirdikleri nakdi veya ayni sermaye karşılığında iktisap ettikleri menkul kıymetler ile iştirak hisselerini elden çıkarmalarından doğan değer artışı kazançlarının hesabında, kur farkından doğan kazançlar dikkate alınmayacaktır. Şu kadar ki, bu mükelleflerin Türkiye'de elde ettikleri kazançların, münhasıran bu menkul kıymet veya iştirak hisseleri dolayısıyla elde edilen menkul sermaye iratlarından ve bu kıymet veya hisselerin elden çıkarılmasından doğan değer artışı kazançlarından ibaret olması şarttır.
Bu mükelleflerin, Türkiye'de menkul kıymet alım satımıyla devamlı olarak uğraşmaları halinde, kur farkından doğan kazançlar da ticari kazancın hesabında dikkate alınacaktır.
Burada kur farkı arındırması için açıklama yapmadan önce, söz konusu kanun maddesinde geçen “yabancı sermaye mevzuatına göre ilgili mercilerden izin almak suretiyle” ibaresine değinmekte fayda bulunmaktadır. Bilindiği üzere; kur farkı arındırmasına ilişkin hukuki düzenleme, GVK’na 31.03.1988 tarihinde 3418 sayılı Kanun’un 25’inci maddesiyle eklenmiş bulunmaktadır. Bu dönemde yabancı sermayenin Türkiye siyasi sınırlarına girebilmesi için ilgili kurumlardan izin alınması gerekmekteydi. Daha sonra ise, 17.06.2003 tarih ve 25141 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4875 sayılı “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” ile yabancı sermaye ve yerli sermaye arasındaki farklılıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Böylelikle, yabancı sermayenin Türkiye’ye girişi için aranan izin sistemi, bilgilendirme sistemine dönüşmüş bulunmaktadır.
Kur farkından doğan kazançların hesabında ise, menkul kıymet veya iştirak hisselerinin iktisabına tahsis edilen yabancı sermayenin bu kıymet veya hisselerin iktisap tarihindeki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz alış kuruna göre hesaplanan Türk Lirası karşılığı ile bu kıymet veya hisselerin elden çıkarılması tarihindeki aynı miktar yabancı sermayenin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz alış kuruna göre hesaplanan Türk Lirası karşılığı arasındaki fark esas alınacaktır.
Safi Değer Artışının Tespiti Esnasında Hem Maliyet Bedeli Endekslemesi (Eskalasyon) , Hem De Kur Farkı Arındırması Yapılabilir Mi?
Daha önce de ifade edildiği üzere, safi değer artışının tespitinde maliyet bedeli endekslemesi ile kur farkı arındırmasının iktisadi niteliği nedeniyle aynı elden çıkarma işleminde uygulanıp uygulanamayacağı bir tartışma konusudur. Konunun sorunlu olmasının temel nedeni, ilgili madde hükmünün GVK’nun diğer maddelerinde yer alan bazı hükümlere benzer şekilde yeteri kadar açık ifade edilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Örneğin; GVK’nun 76’ıncı maddesinin ikinci fıkrasının 5281 sayılı Kanun’la 01.01.2006 tarihinde kaldırılmadan önceki şeklinde döviz cinsinden açılan hesaplara ödenen faiz ve kar payları, dövize, altına veya başka bir değere endeksli menkul kıymetler ile döviz cinsinden ihraç edilen menkul kıymetlerin indirim uygulamasından yararlanamayacağı açıkça hüküm altına alınmıştır.
GVK’nun 76’ıncı maddesinde dövizli hesap ve menkul kıymetler için indirim uygulanmayacağı şeklinde açık olarak yapılan belirlemenin aksine, safi değer artış kazancına ilişkin madde de, dar mükelleflerin kur farkı arındırmasının yanında, maliyet bedeli endekslemesinden de ayrıca yararlanıp yararlanamayacağı yönünde açık bir hüküm alınmış değildir.
GVK’nun mükerrer 81’inci maddesine bakıldığı zaman; dar mükellef kurum ve gerçek kişilere sağlanan kur farkı arındırması imkanı 3418 sayılı Kanun’la 1988 yılından itibaren getirilmiş bulunmaktadır. Bu düzenleme, daha sonra GVK’nun mükerrer 81’inci maddesinde 4783 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik esnasında da varlığını devam ettirmiştir. GVK’nun mükerrer 81’inci maddesinde yer alan maliyet bedeli endekslemesine ilişkin hüküm ise, mezkur kanun maddesine 3946 sayılı Kanun’un 18’inci maddesiyle 30.12.1993 tarihinden itibaren yürürlüğe girmek üzere eklenmiştir. Daha sonra da maliyet bedeli endekslemesine ilişkin bu düzenleme, çeşitli değişikliklerle günümüze kadar uzanmıştır.
Yapılan çeşitli araştırmalar esnasında, safi değer artışının tespiti esnasında maliyet bedeli endekslemesi ile kur farkı arındırmasının aynı elden çıkarma işleminde uygulanıp, uygulanamayacağına ilişkin olarak iki temel görüşün varlığı tespit edilmiştir. Konuyla ilgili olarak ağırlıklı olan görüşe göre, maliyet bedeli endekslemesiyle kazancın enflasyona tekabül eden kısmı ayıklanmaktadır. Kur artışı da esas itibariyle enflasyon düzeyinde gerçekleştiğine göre, bu artıştan kaynaklanan kazanç kısmının vergi dışı bırakılması ile endeksleme ile sağlanması öngörülen amaç gerçekleşmektedir. Ayrıca; iktisap bedelinin de endeksleme yapılması, enflasyona tekabül eden kazanç kısmının mükerrer olarak matrah dışı kalması sonucunu verir. Bu nedenle mümkün sayılmaz[1].
Konuyla ilgili olarak bizimde katıldığımız ve azınlıkta bulunan görüşe göre ise; kur farkı arındırması ile maliyet bedeli endekslemesine ilişkin uygulama aynı gerekçelerle hukuki mahiyet kazanmamış olup, birbirinin yerine uygulanma imkanı da kanun lafzının yorumu esnasında mümkün gözükmemektedir.
Şu bir gerçek ki, kur farkına ilişkin düzenleme liberal düzenlemelerin bir parçası olarak yabancı portföy ve sabit sermaye yatırımlarını teşvik etmek üzere getirilmiş bulunmaktadır. Bu düzenlemeyle, yerli ve yabancı yatırımcı arasında bulunulan eşitsizlik ortadan kaldırılarak, yabancı sermaye sahiplerinin döviz kuru riskine bağlı olarak ortaya çıkabilecek olan fiktif kazançlar üzerinden vergi ödemelerine engel olmaya çalışılmaktadır. Bir başka ifadeyle, kur farkı arındırmasının altında yatan temel mantık, paranın dış değerinde yaşanan dalgalanmalar dolayısıyla oluşan fiktif nitelikteki kazançlar üzerinden vergi ödenmesinin önüne geçilmesidir. Kur farkı ile enflasyon arasında ise doğrudan doğruya bir bağlantının kurulabilmesi iktisadi açıdan mümkün gözükmemektedir. Bilindiği üzere enflasyon olgusu her ne kadar dinamiği dış piyasalardan kaynaklanmış olsa bile, tamamen iç piyasalarla ortaya çıkan bir olgudur. Zira, dış kaynaklı enflasyonist baskılar herhangi bir şekilde iç piyasalara yansıtılmadığı sürece iç piyasalarda enflasyon olgusu ortaya çıkmayacaktır. Bir başka ifadeyle de, enflasyon nihai olarak sadece iç piyasalarla ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Maliyet bedeli endeklemesi ise, kur farkı arındırmasının aksine, paranın iç değerinde yaşanan eksilmeler nedeniyle fiktif nitelikteki kazançlar üzerinden vergi ödenmesine engel olmak üzere getirilmiş durumdadır.
Ayrıca, kur farkı arındırmasına ilişkin düzenleme, sadece menkul kıymet veya iştirak hisselerinin iktisap edildiği ve elden çıkarıldığı dönem arasında uygulanabilir olup, bunun dışında kalan süre içerisinde her ne kadar kur riski bulunsa da uygulamadan yararlanma imkanı bulunmamaktadır. Sonuç olarak ise, birinci görüş sahiplerinin ifade etmeye çalıştığı kur farkı ile enflasyon arasındaki iktisadi bağlantı bu noktada bize göre geçerlilik taşımayacaktır.
Ayrıca, kur farkı enflasyon üzerinde etkili ise, bu etkinin geneli itibariyle elden çıkarma döneminden sonra hissedilmeye başlanacağı ayrı bir iktisadi gerçekliktir.
Konunun iktisadi gerekçesi bir kenara bırakılıp, kanun maddesinin yapısı incelendiği zaman, maliyet bedeline ilişkin endeksleme uygulamasının tam ve dar mükelleflerin tamamını kapsamasına rağmen, sadece dar mükellefleri kapsayan kur farkı arındırmasına ilişkin fıkradan sonra geldiğini gözlemlemekteyiz. Kanun yapısı bu şekliyle değerlendirilir ise, maliyet bedeline ilişkin düzenlemenin, kur farkı arındırmasına “ilave olarak” geldiği gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
GVK’nun mükerrer 81’inci maddesinde yer alan maliyet bedeli endekslemesi, daha önce ifade edildiği gibi mükelleflerin enflasyon nedeniyle fiktif kazançlar üzerinden vergi ödemelerine engel olmak üzere getirilmiş durumdadır. Bu noktada akla şu soru gelebilir: Maliyet bedeli uygulaması, kur farkı arındırması ile benzer amaçlar doğrultusunda ve benzer gerekçelerle hüküm altına alındıysa, dar mükellef gerçek kişilere yönelik mükerrer uygulamayı önlemek için neden maliyet endekslemesi ile ilgili hükme istisna getirilmedi? Zira, dar mükellef gerçek kişiler her iki uygulamadan yararlanma imkanına sahip olacaklardır. Bir başka şekliyle de ifade edersek; madem ki her iki uygulama benzer gerekçeler taşıyor; o zaman maliyet bedeli endekslemesine ilişkin hüküm neden kur farkı arındırmasına ilişkin hükmün yerine gelmedi veya son bent olarak düzenlendi?
Bir başka önemli soru ise, maliyet bedeli endekslemesi uygulaması, kur farkı arındırması uygulaması ile aynı gerekçelerle hüküm altına alındıysa, maliyet bedeli endekslemesine ilişkin düzenleme neden kur farkı arındırmasına ilişkin hükmün ihdas edilmesinden çok sonra hukuki mahiyet kazanmıştır? Bilindiği üzere, kur farkı arındırmasına ilişkin düzenlemenin bulunduğu dönemde, Türkiye’de kronik enflasyon olgusu hala varlığını devam ettirmekteydi. Bunu bir eksiklik olarak kabul edebiliriz.
Bu konuda sorulacak sorulardan bir tanesi de, kur farkı arındırmasına ilişkin olarak getirilen sınırlamalardan kaynaklanmaktadır. Daha önce de ifade edildiği üzere, kur farkı arındırmasına ilişkin uygulama tüm değer artış kazancına tabi mal veya haklara ilişkin olmayıp, sadece dar mükellefler tarafından menkul kıymet ve iştirak hisselerinin elden çıkarıldığı durumlarda uygulanabilecektir. Dolayısıyla bu noktada da akla şu soru gelmektedir: Kur farkı uygulaması ile aranan şey, enflasyon nedeniyle ortaya çıkabilecek olan fiktif kazançları vergi kapsamı dışında bırakmak ise, o zaman neden sadece menkul kıymet ve iştirak hisselerinin elden çıkarılmalarında kur farkı arındırması uygulaması yapılmaktadır? Ya da bir başka şekliyle enflasyon olgusu sadece menkul kıymet veya iştirak hisselerinin değerinde mi kendisini göstermektedir? Bu soruya olumlu cevap verebilmek kuşkusuz ki, mümkün bulunmamaktadır. Eğer, kanunen menkul kıymet ve iştirak hissesi dışındaki diğer kıymetlerin elden çıkartılmasında kur farkı arındırmasının yerine maliyet bedeli endekslemesi getirilmek istenmiş olsa, maliyet bedeli endekslemesi benzer işlevi zaten görecektir. Bu durumda, o zaman maliyet bedeli hükmü kanuna eklendiğinde, kur farkı arındırmasının hala yürürlükten neden kalkmadığı sorusu cevapsız kalmaktadır. Daha önce de ifade edildiği üzere, kur farkı arındırmasının yapılabilmesi için dar mükelleflerin Türkiye'de elde ettikleri kazançların, münhasıran bu menkul kıymet veya iştirak hisseleri dolayısıyla elde edilen menkul sermaye iratlarından ve bu kıymet veya hisselerin elden çıkarılmasından doğan değer artışı kazançlarından ibaret olması şarttır. Bu mükelleflerin, Türkiye'de menkul kıymet alım satımıyla devamlı olarak uğraşmaları halinde, kur farkından doğan kazançlar da ticari kazancın hesabında dikkate alınmaktadır. Buna göre; menkul kıymet alım satımıyla devamlı uğraşan ve nihayetinde ticari faaliyet kapsamında vergilendirilen dar mükelleflerin, aynı zamanda menkul kıymet ve iştirak hissesi dışındaki değer artışına konu kıymetleri elden çıkarmaları nedeniyle maliyet bedeli endekslemesi uygulamasından yararlanamamaları gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
Bir başka benzer durum ise, değer artış kazancı kapsamında iştirak hissesi veya menkul kıymeti elden çıkaran dar mükelleflerin, aynı zamanda değer artış kazancı kapsamına giren diğer kıymetleri elden çıkarmaları durumunda da bunlar için maliyet bedeli endekslemesinin uygulanması mümkün gözükmemektedir. Bu durumda ise, tam mükellefler maliyet bedeli endekslemesi uygulamasından yararlanırken, dar mükellefler bu uygulamadan yararlanamayacaktır.
Sonuç olarak ise, aynı elden çıkarma işleminde, mükellefler tarafından reel (safi) anlamda aynı kazanç üzerinden farklı tutarda vergi ödenmesi gündeme gelecektir. Bu sonuç ise bize göre, ne vergi ödeme gücünü esas alan Anayasa’nın eşitlik ilkesine, ne de GVK’nun aradığı amaca uygun düşmektedir.
Bilindiği üzere, VUK’nun “vergi kanunlarının uygulanması ve ispat” başlıklı 3’üncü maddesine göre; vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı göz önünde tutularak uygulanır. Bahsi geçen kanun hükmüne göre, lafzın yeteri kadar açık olmadığı durumlarda kanun maddelerinin ruhunun dikkate alınması gerekmektedir. Burada geçen kanun maddesinin ruhu ile kastedilen şey ise; hükümlerin konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısıdır. VUK’nun 3’üncü maddesi dikkate alınırsa, lafzın yeteri kadar açık olmadığı durumda ruhunun dikkate alınması gerekecektir. Buna göre; yukarıda yer alan açıklamalar kapsamında söz konusu kanun hükmünün konuluş maksadı ve kanun yapısındaki yeri dikkate alındığı zaman, maliyet bedeli endekslemesi ile kur farkı arındırmasının aynı şeyler olmadığı ve dolayısıyla aynı gerekçelerle hüküm altına alınmış olmadığı fikri ön plana çıkmaktadır. Bize göre; mükelleflerin aynı elden çıkarma olayında hem maliyet bedeli endekslemesini, hem de kur farkı arındırmasını uygulamaları mümkün gözükmektedir. Aksi yönde bir değerlendirme yapabilmek için açık bir kanun hükmüne gerek olduğu, yorum yoluyla kanun hükümlerinde amaçlanan olduların genişletilip daraltılamayacağı değerlendirilmesi yapılmaktadır. İhtilaflı durumlar için özelge talebinde bulunulmasında da fayda olduğunu hatırlatmak isteriz.
Bilgilerinize Saygılarımızla Arz Olunur.
[1]Soru, görüş ve değerlendirmeleriniz için mail atmanızı rica ederiz.
[2]https://www.adenymm.com.tr/deger-artis-kazancinda-maliyet-bedeli-endekslemesi--eskalasyon--ile-kur-farki-arindirmasi-ayni-zamanda-uygulanabilir-mi-
[i]Sirkülerlerimizde yer alan bilgiler belli bir konunun veya yasal düzenlemenin veyahut yargı kararlarının çok geniş ve kapsamlı bir şekilde ele alınmasından ziyade genel olarak mükelleflere ve uygulayıcılara bilgi vermek, gündemi talip etmeye yardımcı olmak ve yorum yapmalarına yardım amacını taşımaktadır.
Sirkülerimiz profesyonel hizmetlerimizi temsil etmeyebileceği gibi, her durum ve koşulda profesyonel yaklaşımlarımızı da ifade ettiği iddia edilemez. Yaptığınız fiili/pratik çalışmalarda bu değerlendirmeler dikkate alınırken, olayların koşullarının da incelenmesi, irdelenmesi, sonuçlarının iyi analizi son derece önemlidir. Bu tür çalışmalarda mutlak suretle bir profesyonelden bilgi alınması veya danışmanlık alınmasında fayda bulunduğu düşünülmektedir. Şirketimiz tarafından bazı önemli mali olaylar Sirküler yerine Makale olarak paydaşlarımızla paylaşılmaktadır.
“ADEN Yeminli Mali Müşavirlik", söz konusu Sirkülerlerin ve içeriğindeki bilgilerin hata içermediğine dair herhangi bir güvence vermemektedir. Sirkülerleri ve içeriğindeki bilgileri kullanımınız sonucunda ortaya çıkabilecek her türlü risk tarafınıza aittir ve bu kullanımdan kaynaklanan her türlü zarara dair risk ve sorumluluk tamamen tarafınızca üstlenildiğinin bilinmesi gerekmektedir. Gerekli olması halinde iletişim bilgilerimiz:
OFİSLER-İLETİŞİM BİLGİLERİ
İstanbul Ofis 1 (Yeminli Mali Müşavirlik Hizmetleri):
Şenlikköy Mahallesi, Yaşar Kemal Sokak, No: 3 Daire: 5 Florya-Bakırköy-İSTANBUL
Tel: 0212 592 00 92
Fax: 0212 592 00 92
GSM: 0505 680 42 54
Web: www.adenymm.com.tr
www.taxauditingymm.com
Ankara Ofis 2-(YMM Hizmetleri):
Ehlibeyt Mahallesi Tekstilciler Caddesi Ekşioğlu İş Merkezi No:16/9 Balgat Çankaya ANKARA
Tel: (0312) 441 39 00
Fax: (0312) 441 39 01
Adana Ofis 3-(YMM Hizmetleri):
Döşeme Mahallesi, 60024 Sokak Yenikent Sabuncu Sitesi E Blok No: 11/34 Seyhan ADANA
Tel: 0322 503 77 66
Periyod Bağımsız Denetim Ve Danışmanlık A.Ş.(Bağımsız Denetim Hizmetleri)
Tel: 0212 592 00 92
Fax: 0212 592 00 92
Mail: info@adenymm.com.tr