2012-2014 DÖNEMİ OVP’IN MALİYE POLİTİKASI TEDBİRLERİ
VE GEÇMİŞ DÖNEM PLAN BAŞARILARI
Ali ÇAKMAKCI[1]
Dr. Başak ÇAKAR DALGIÇ[2]
I-GİRİŞ:
Bütçe uygulamaları ile kalkınma planları arasında doğrudan bir bağ kurulamaması, bütçe hedeflerinin tek yılla sınırlı olarak ortaya konması, Avrupa Birliği’ne giriş şartlarının tespit ve takibinin yeteri kadar açıklıkla sağlanamaması bütçe uygulama sürecinin ve hedeflerinin gözden geçirilmesine neden olmuştur. Nihayetinde mali yönetim olgusunun sorgulanabilir hale geldiği bu aşamada 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu 10/12/2003 tarihinde TBMM tarafından kabul edilmek suretiyle yürürlüğe girmiştir.Sözkonusu Kanun’la temel olarak kaynak kullanımında etkinliğin sağlanması, mali saydamlık ve hesap verilebilirliğin artırılması hedeflenmiş bulunmaktadır. 2006 yılından itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanan çok yıllı bütçeleme sistemi, kamu mali yönetiminde öngörülebilirliğin artırılmasında ve saydamlık ilkesinin güçlendirilmesinde önemli katkılar sağlamaktadır. Cumhuriyet dönemiyle beraber uygulanan kalkınma planları, yerini mali hedeflerin daha güncel izlenmesi amacıyla üçer yıllık bütçelere bırakmıştır.
Hukuki, iktisadi ve sosyal her türlü temel politikanın belgesi niteliğindeki bütçe, hükümetlerin kamusal hizmet alanındaki hizmet önceliklerini ve tercihlerini yansıtan ve mali başarının referans noktası olarak gözlemlenen bir tür plandır. Ayrıca, maliye politikası bağlamında çok önemli bir politik karar alma aracı olarak nitelendirilmektedir. Bu politika üretme sürecinin başında ise çok yıllı bütçeleme sistemi gelmektedir. Çok yıllı bütçe sistemi, yıllık bütçe sistemine nazaran kamu otoritesine gerçek anlamda bir hareket kabiliyeti ve esneklik kazandırmakta, mali disiplini sağlama ve kontrol altına alma amacı dışında, riski en az düzeye indirmek için bütçe değişkenlerinin belirli bir zaman zarfında istikrarının değerlendirilmesi açısından da önemli sayılmaktadır.
Gerçekten de günümüzde bu gerekçelere bağlı olarak yıllık bütçe sisteminden çok yıllı bütçeleme sürecine doğru bir kayma gözlemlenmekte, bir takım uygulama farklılıklarına rağmen, İngiltere, ABD, Kanada, Fransa, Yeni Zelanda, Avusturya, Danimarka ve Hollanda gibi iktisadi anlamda gelişmişlik düzeyi yüksek sayılabilecek ülke gruplarının çok yıllı bütçeleme sistemini mali tedbir unsuru olarak uyguladıkları anlaşılmaktadır[3].
5018 sayılı Kanun’a bağlı olarak çok yıllı bütçeleme sisteminin etkinliğinin, idarelerin stratejik planlama ve performans esaslı bütçelemeye geçişlerinin tamamlanmasıyla artırılması beklenmektedir. Çok yıllı bütçelemenin başarılı bir şekilde sürdürülmesi bütçe uygulamalarında kamu idareleri arasında gerekli işbirliği ve eşgüdümün sağlıklı bir şekilde yürütülmesine bağlılığı esas alınmıştır.
Bahsi geçen 5018 sayılı Kanun’un 16’ıncı maddesi çerçevesinde çok yıllı bütçeleme ilkesine bağlı olarak hazırlanan 2012-2014 dönemine ilişkin “Orta Vadeli Mali Plan”karara bağlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir. Bahsi geçen Kanun’a bağlı olarak “çok yıllı bütçeleme süreci” Bakanlar Kurulu’nun temel politika öncelikleri ile hedef ve gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri içeren “Orta Vadeli Program”ın Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmesiyle başlamaktadır. 2012-2014 dönemine ilişkin “Orta Vadeli Program” Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir. Sözkonusu programın temel iktisadi argümanlarının istikrarlı büyüme, kamu maliyesi dengeleri, faiz ve enflasyon oranlarının daha sağlıklı bir yapıya kavuşması ile istihdam üzerine kurulu olduğu anlaşılmaktadır. Ama programın en yoğun vurgusunun cari açık konusunda yaşanan ve yaşanması muhtemel sorunlar olduğunu belirtmekte fayda bulunmaktadır.
2012-2014 Orta Vadeli Mali Planı, Orta Vadeli Mali Program’la uyumlu olmak üzere gelecek üç yıla ilişkin toplam gelir ve gider tahminleriyle birlikte, hedef açık ve borçlanma durumu ile kamu idarelerinin ödenek teklif tavanlarını içermekte ve Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanarak Yüksek Planlama Kurulu tarafından karara bağlanmaktadır. Orta Vadeli Program ile buna uyumlu olarak hazırlanan Orta Vadeli Mali Plan’da yer alan veriler her şeyden önce bir “öngörü” niteliğinde bulunmaktadır. Öngörü ise genel olarak “bilimsel tahmin” olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla, öngörüyü tahminden ayıran en temel öğe öngörünün dayanaklarının bilimsel esaslara dayalı bulunmasından geçmektedir. Bir başka ifadeyle, değişkenler arasındaki ilişkiler bilimsel esas ve usuller ile ortaya konmaya çalışılmaktadır. Bu Plan, makro iktisadi değişkenler için bir hedef belirlemekte, ve bu hedeflere ulaşmakta değişik stratejileri bünyesinde barındırmaktadır. Strateji, yönetim biliminde uzun vadeli amaçlara ulaşmak için uygulanan yol olarak tanımlanmalıdır. Bunun için öncelikle amaçlar ortaya konmalı, amaçlara ilişkin hedefler belirlenmelidir. Bu çerçevede kamu maliyesi uygulamalarında optimum kaynak dağılımı, büyüme, enflasyon, dış ticaret açığı gibi konularda öncelikler belirlenecek, bunun için iyi bir kurumsal örgütlenme sağlanacak, beşeri ve fiziksel kaynaklar örgütlenecek ve hedefler doğrultusunda planlanacaktır. Uygulanmakta olan stratejinin geri bildirim yolu ile başarılı olmadığı anlaşılırsa, stratejik yönetim mekanizması yeniden tanımlanacaktır. Bunun için kamusal uygulamaların idaresel niteliği gereği kanuni düzenlemelere ihtiyaç duyulabilmektedir.
Aşağıda yer alan çalışmada 2012-2014 dönemine ilişkin Orta Vadeli Mali Plan ve Program kapsamında yer alan proforma niteliğindeki stratejik hedeflere yönelik olarak genel iktisadi durum ve bütçe koşulları çerçevesinde bazı değerlendirmelere yer verilecektir.
II-PROGRAM DÖNEMİ İKTİSADİ KOŞULLARI:
Hükümet tarafından hazırlanan Mali Plan ve Program’da2012-2014 döneminde izlenecek maliye politikasıesasen, istikrarlı bir büyüme sürecinde istihdamı artırmayı, yurt içi tasarruf seviyesini yükseltmeyi ve mali disiplini sürdürmeyihedeflemektedir. Mali Plan döneminde, büyümeyi ve istihdamı destekleyen harcamalar ile bölgesel gelişmişlik farklarını azaltan harcamalara daha fazla önem verilmesi beklenmektedir. Sağlık, eğitim ve sosyal nitelikli harcamalara öncelik verilmesi suretiyle toplumun yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve beşeri sermayenin niteliğinin artırılmasına yönelik politikaların ise uygulanmaya devam edeceği belirtilmektedir. Plana göre; orta ve uzun vadede ekonominin verimliliğini ve üretken yapısını destekleyen altyapı yatırımlarına ağırlık verilecektir. Eğitim, sağlık, teknolojik araştırma, ulaştırma, içme suyu ile bilgi ve iletişim teknolojilerinin geliştirilmesine yönelik altyapı yatırımlarına öncelik verilecektir. Mali Plan döneminde, gıda güvenliği ve güvenilirliğinin sağlanması ile doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı gözetilerek, gelir ve fiyat istikrarı sağlanacak şekilde tarımsal destekler, alan ve ürün temelinde farklılaştırılarak üretimde etkinlik, verimlilik ve kaliteyi artırmaya yönelik olarak düzenlenecektir.
Harcama programları verimlilik artışı sağlamak amacıyla gözden geçirilecektir. Bu amaçla idari bir mekanizma oluşturulacaktır.
Kamu idarelerine kaynak tahsis sürecinde stratejik planlar ve performans programları esas alınacaktır.
Planda yer alan gelir politikalarının temel amacı ise; rekabetin geliştirilmesi, daha etkin bir vergi sisteminin oluşturulması, istihdamın ve yatırımların teşviki ile bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılmasıdır.
ABD’de 2008 yılında ortaya çıkan finansal piyasalar orijinli daralmaların özellikle reel sektörün finansal piyasalara angaje olan ülkelerde daha yoğun yaşandığı ve reel sektörün oldukça etkilendiği anlaşılmaktadır. Bu gelişmelere bağlı olarak 2008 yılının ikinci yarısından itibaren başta Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya olmak üzere özellikle gelişmiş Avrupa ekonomilerinin büyümesine yönelik endişeler artmıştır. Gelişmiş ülkelerde gözlenen bu durum, gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızlarında da bir miktar yavaşlamaya neden olmuştur. Fakat, özellikle IMF gibi kaynaklar uluslararası alanda kriz konusunda en kötüden dönüldüğünü belirtmektedirler. Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde ise yüksek oranlı büyümelerin devam etmesi beklenmektedir. Ekonomide yaşanan finansal orijinli bu krizin etkileri mali anlamda kendisini en çok bütçe sonuçlarında göstermiştir. Tüm dünya ülkeleri yaşanan bu gelişmeler neticesinde bütçe hedeflerini revize etmiştir. Benzer bir durumun ülkemiz açısından da yaşandığını ifade etmek mümkün bulunmaktadır. Genel iktisadi koşullarda yaşanan bu olumsuz gelişmeler neticesinde Türkiye de zaman içerisinde büyüme öngörüsünü revize etmek durumunda kalmıştır.
Uluslararası ekonomide yaşanan bu olumsuz gelişmeler neticesinde Türkiye’de vergi gelirleri yönünden bazı önlemler alınmış olup, bu önlemlerin bazılarının ise aşağıdaki gibi olduğunu ifade etmek mümkündür:
1-Yurtdışında bulunan iktisadi kıymetlerin yurtiçine transferini amaçlayan “Varlık Barışı Kanunu” uygulaması yeniden düzenlenmiş ve düzenlemenin geçerlilik süresi uzatılmıştır.
2-Vergi borçlarının yeniden yapılandırılması amacıyla 18 ay süreyle %3 faiz oranıyla taksitlendirme imkânı sağlanmıştır.
3-Menkul kıymet yatırım fon ve ortaklıklarının sermaye piyasasında yaptıkları işlemler nedeniyle lehlerine aldıkları paralar için 6802 sayılı “Banka ve Sigorta Muameleleri (BSMV) Kanunu”na istisna hükmü getirilmiştir.
4-Belli bir tarihe kadar1979 veya daha eski araçlardan hurdaya ayrılacak olanlar için motorlu taşıtlar vergi ceza affı getirilmiştir.
5-Kablolu, kablosuz ve mobil internet sağlayıcılığı hizmetine ilişkin özel iletişim vergisi %15’ten %5’e indirilmiştir.
6-Kobi birleşmelerini teşvik amacıyla kurumlar vergisi muafiyeti veya %75’e kadar indirimli kurumlar vergisi uygulamasından yararlanma imkânı getirilmiştir.
7-İç talebi canlandırmak amacıyla motorlu taşıtlar ile beyaz eşyaya ilişkin özel tüketim vergisi oranları ile mobilya ve bilgisayarlar için uygulanan katma değer vergisi oranlarında önemli düzeylerde indirimler sağlanmıştır.
Geneli itibariyle 2009 yılında açıklanmaya başlayan vergi destekleri paketi olumlu karşılanmış olsa bile, bahsi geçen desteklerin genelde mikro düzeyde kaldığı ve sektörel nitelikte olduğu ifade edilebilir. Bu durumda iç talebi canlandırmak koşuluyla üretimi ve arz koşullarını artıracak şekilde ulusal ekonomiyi tam anlamıyla kavrayacak önlemlerin alınması gerekmekteydi.
2009 yılında krizin olumsuz etkilerini azaltmaya ve piyasalarda tekrar güveni tesis etmeye yönelik olarak hükümetlerin uygulamaya koyduğu mali teşvik programları, para politikası önlemleri ve finans sektöründeki tıkanıklığı gidermeye yönelik alınan tedbirlerin etkisiyle, 2010 yılında küresel düzeyde belirgin bir toparlanma yaşanmıştır. 2009 yılında % 0,7 oranında daralan dünya ekonomisi, 2010 yılında % 5,1 oranında büyümüştür. Bu süreçte, gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelere kıyasla daha hızlı bir toparlanma kaydetmiştir. 2010 yılında gelişmiş ülkeler % 3,1 oranında büyürken, Çin ve Hindistan’ın etkisiyle, yükselen ve gelişmekte olan ülkeler % 7,3 gibi yüksek oranlı büyüme performansı sergilemiştir[4].
Dünya ticaret hacminde ise 2009 yılında yaşanan % 10,7 oranındaki daralmanın ardından, 2010 yılında ekonomik aktivitedeki büyümeye paralel olarak % 12,8 oranında artış kaydedilmiştir. 2010 yılında dünya mal ve hizmet ticareti fiyatları % 5,2 oranında yükselmiştir.
2010 yılında küresel düzeyde sağlanan ekonomik toparlanmaya rağmen, işsizlik oranlarında iyileşme sağlanamamış, birçok ülkede işsizlik oranları artmıştır. İspanya, İrlanda, Portekiz ve Yunanistan gibi sorunlu addedilen bazı AB ülkelerinde işsizlik oranlarında ciddi artışlar yaşanmıştır. İşsizlik oranı Avro Bölgesinde % 10,1’e, ABD’de % 9,6’ya ve OECD genelinde ise % 8,6’ya yükselmiştir.[5]Bu dönemde,Avronun oldukça güçlü durumda bulunması ve Avrupa Merkez Bankası’nın düşük faiz politikası nedenleriyle Avrupa ülkelerinde kamu borç stoku önemli ölçüde artmıştır. 2009 yılı sonunda Avro Bölgesi genelinde % 79,7 olan genel devlet brüt borç stokunun GSYH’ya oranı, 2010 yılı sonunda % 85,8’e yükselmiştir. ABD’de ise bu oran % 85,2’den % 94,4’e çıkmıştır[6].
2011 yılının ilk yarısında ABD ekonomisinde beklenenden düşük gerçekleşen büyüme, istihdamda yeterli iyileşme sağlanamaması, borçlanma limitine ulaşılması, yüksek kamu borçları ve bütçe açıkları, karar alma süreçlerinde yaşanan gecikmeler, bankacılık kesiminde yaşanan problemlerin devam etmesi, ABD’nin tarihinde ilk kez kredi notunun düşürülmesi ve güçlü bir orta vadeli mali konsolidasyon programını ortaya koyamaması gibi etkenler piyasalarda güven ortamını zedelemiş ve önümüzdeki döneme ilişkin büyüme beklentilerinin de düşmesine neden olmuştur. 2011 yılı Haziran ayında % 2,5 olan 2011 yılı ABD ekonomisi büyüme tahmini, Eylül ayında % 1,5’e, 2012 yılı büyüme tahmini de % 2,7’den % 1,8’e indirilmiştir.Piyasalarda yukarı yönlü büyüme olumlu karşılansa bile, ABD’nin %8’lere varan bütçe açıkları ve önemli düzeydeki dış ticaret açıklarının önümüzdeki dönemde de ABD’nin özellikle para ve maliye politikaları kanalıyla dünya iktisat politikalarının belirleyicisi olacağı düşünülmektedir.
ABD’de, para politikalarında uygulanan miktarsal genişlemenin istenen sonucu vermemesi, maliye politikalarında ise genişlemeci tutumun hala devam etmesi nedeniyle kısa vadede bütçe dengesinde önemli bir iyileşme beklenmemektedir. ABD’de 2010 yılında % 10,3 olarak gerçekleşen genel devlet bütçe açığının GSYH’ya oranının 2016 yılında bile ancak % 6’ya gerileyeceği tahmin edilmektedir. Genel devlet brüt borç stokunun GSYH’ya oranının ise artmaya devam ederek 2016 yılında % 115,4’e ulaşacağı tahmin edilmektedir. Ayrıca, ABD’nin Avro ve diğer para birimleri karşısında, büyük bütçe ve cari açıkları nedeniyle, çarprazparite koşullarında bu kadar güçlü bir Dolarla hayatta kalması zor bir ihtimal gibi durmaktadır.
Başta Yunanistan, İrlanda ve İtalya olmak üzere AB çevre ülkelerinde yaşanan yüksek oranlı borçlar ve bozulan mali yapı nedeniyle Avro bölgesinde 2010 yılında % 6’ya ulaşan genel devlet bütçe açığının GSYH’ya oranının, alınan önlemlerin etkisiyle 2011 yılında % 4,1’e, 2012 yılında % 3,1’e ve 2016 yılında % 1,3’e gerileyeceği tahmin edilmektedir. AB ülkeleri arasında önemli farklılıklar olmakla birlikte, Avro Bölgesi genelinde 2011 yılında genel devlet brüt borç stokunun,GSYH’ya oranının % 88,6, 2012 yılında % 90 ve 2016 yılında ise % 86,6 olarak gerçekleşmesi öngörülmektedir.
İçerisinde bulunulan konjonktüre göre ülke ekonomilerine ilişkin beklentilerin yönü ve kapsamı uluslararası arenada yaşanacak gelişmelerin varlığına bağlı bulunmaktadır. Başta Yunanistan sorunu olmakla beraber, İspanya, İtalya ve İrlanda sorunları üzerindeki gelişmeler önemli saç ayakları olarak görülmektedir. Yaptığımız bir araştırmaya göre; sadece ülke bankalarının elindeki İspanya, İtalya ve Yunanistankaynaklı finansal varlıkların dağılımında, riskli sayılan ülkelerden alacaklı ülkeler arasında ilk üç sırada hep Almanya, Fransa ve İngiltere’nin bulunduğu; bunlar arasında Fransa’nın daha yüksek alacaklı ve riskli ülke olduğu anlaşılmaktadır[7]. Dolayısıyla, herhangi bir temerrüt durumunda Fransa kaynaklı bir krizin varlığı yeni dönemde daha olası görülmektedir. Fakat, Yunanistan’ı kurtarma konusunda Avrupa ülkeleri şu an itibariyle uzlaşmış durumda ve 1-trilyon Avro civarında fon yaratma konusu karara bağlanmış durumda. Yaşanan bu gelişmelere bakılacak olursa, son birkaç yıllık dönem ülkemiz açısından ve dünya ekonomileri açısından para ve maliye politikaları anlamında son derece yoğun devlet müdahalelerinin arttığı bir dönem olmuştur.
Ülkemizde GSYH büyümesi 2010 yılında % 9, 2011 yılının ilk yarısında % 10,2 oranında gerçekleşmiştir. 2011 yılının tamamında ise Mali Program’da yapılan açıklamaya göre Türkiye ekonomisinin % 7,5 oranında büyümesi beklenmektedir.
Keza, Program’da Nisan 2009 döneminde mevsimsel düzeltilmiş verilere göre % 14,9’a kadar yükselen işsizlik oranı 2011 yılı Haziran ayı itibarıyla % 10,3’e kadar gerilemiştir. Ayrıca, krizle birlikte % 40’a kadar düşen istihdam oranı, 2011 yılı Haziran ayı itibarıyla % 45’e kadar yükselmiştir.Toplam istihdam, mevsimsel düzeltilmiş verilere göre, 2009 yılı Nisan döneminde 20,7 milyon kişi iken, 2011 yılı Haziran dönemi itibarıyla 24,1 milyon kişiye yükselmiştir. Uygulanan istihdam teşvik düzenlemelerinin de katkısıyla, 2009 yılı Nisan ve 2011 yılı Haziran dönemleri arasında mutlak verilere göre, tarım dışı istihdam 2,6 milyon kişi, kadın istihdamı 1,7 milyon kişi, genç nüfus istihdamı ise 794 bin kişi artmıştır. OECD ortalaması olarak mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı, 2011 yılı Haziran ayında 2009 yılı Nisan ayına göre 0,1 puan artarak % 8,3’e yükselirken, Türkiye’de ise 4 puan azalarak % 9,2’ye gerilemiştir[8].
2010 yılında TÜFE yıllık artış hızı % 6,4 olarak gerçekleşmiş ve hedefin 0,1 puan altında kalmıştır. Kur artışı, enerji fiyatları ve faiz oranları gibi mevcut dinamiklerin TÜFE yıllık artış hızını 2011 yılı sonunda % 7,8 civarına yükselteceği beklenmektedir.
2009 yılında, GSYH’ya oran olarak % 5,1 düzeyinde gerçekleşen kamu kesimi borçlanma gereği ise, 2010 yılında tahmin edilenden 1,1 puan olumlu performans göstererek % 2,3 düzeyine gerilemiştir. Programda yer alan tedbirlerin kararlılıkla uygulanmasının, bazı kamu alacaklarının yeniden yapılandırılmasının ve ekonominin öngörülenden daha güçlü bir biçimde toparlanmasının ve ithalat üzerinden alınan vergilerdeki önemli artışın kamu gelirlerine olumlu yansıması beklenmektedir. Bu beklentiler altında, kamu kesimi borçlanma gereğinin GSYH’ya oran olarak 2011 yılında % 1’e gerileyeceği tahmin edilmektedir.
Benzer şekilde, özellikle vergi gelirleri performansındaki artış ve faiz giderlerindeki düşüş sonucunda, 2010 yılında GSYH’ya oran olarak % 3 düzeyine gerileyen genel devlet açığının, 2011 yılında, % 1’e düşmesi beklenmektedir.2010 yılında % 1,9 olarak gerçekleşen faiz giderleri ve özelleştirme gelirleri hariç kamu kesimi dengesinin GSYH’ya oranla 2011 yılında % 2,2 düzeyine yükselmesi beklenmektedir.Kamu açığındaki bu iyileşmeler sonucunda, 2010 yılında % 42,2’ye düşen AB tanımlı genel devlet borç stokunun GSYH’ya oranının düşmeye devam ederek 2011 yılında % 39,8 civarında gerçekleşmesi beklenmektedir.
Türkiye’nin krize karşı geliştirdiği politikalar ve gösterdiği dayanıklılığın bir neticesi olarak, Türkiye’nin TL cinsinden kredi notu “yatırım yapılabilir” seviyeye (BB+’dan BBB-‘ye) yükseltilmiş ve görünümü pozitif olarak tanımlanmıştır. Son yıllarda uygulanan sıkı maliye politikası sonucu kamu tasarruflarındaki iyileşmeye rağmen özel kesimin tasarruflarının azalması sonucunda toplam tasarruflar düşme eğilimine girmiştir. Yurtiçi tasarruflardaki azalma dış kaynak ihtiyacını, dolayısıyla cari açığı artırmıştır. Ekonomideki toparlanmayla birlikte yatırımlar artma eğilimine girmiş, ancak yurtiçi tasarrufların artmaması nedeniyle 2010 ve 2011 yıllarında giderek artan oranda bir tasarruf yatırım açığı, diğer bir ifadeyle, cari açıkla karşılaşılmıştır.Yurtiçi tüketim ve yatırım talebinin güçlü seyri ile üretimin aramalı ithalatına yüksek bağımlılığı nedeniyle ithalatın hızlı artması, ihracat artışının ise geleneksel ihracat pazarlarımızdaki iç talebin zayıf seyretmesi sonucunda, 2010 yılında dış ticaret açığındaki hızlı artış ve net turizm gelirlerindeki düşme, cari açığın GSYH’ya oranının % 6,5 seviyesinde gerçekleşmesine neden olmuştur.
2011 yılının ilk yarısında hızlı büyüme ile birlikte dış ticaret açığındaki yükselme sonucunda cari açık artış eğilimini sürdürmüştür. Yılın ikinci yarısında, dış talepteki daralmanın ihracatı olumsuz yönde etkilemesi, yurtiçi ekonomik aktivitede öngörülen yavaşlamanın ve döviz kurundaki artışın ithalat talebini sınırlandırması beklenmektedir. Buna rağmen, yılsonu itibarıyla cari açığın GSYH’ya oranının % 9,4’e ulaşması öngörülmektedir.
Gelişmiş ülkelerin uyguladıkları genişletici para politikalarının ortaya çıkardığı finansal riskler, 2010 yılının son çeyreğinde Merkez Bankası’nın para politikası stratejisinde önemli değişiklikler yapmasını gerektirmiştir. Son dönemlerde gerçekleşen koşulların varlığı politika değişikliğini zorunlu kılmıştır.Bu dönemde para politikasındaki önceliğini kredi artış hızını yavaşlatmak oluşturmuştur.Gerçekten de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) bu politikaya destek amacıyla son dönemlerde aktif hızı belirli bir oranı aşan bankalara kredi verme imkanını daraltmak suretiyle vb düzenlemelerle tüketici ve bireysel kredilerin önünü kesmeye çalışmıştır. Keza, cari açık konusunda TCMB’da hem döviz piyasasına, hem de karşılık oranları kanalıyla faiz piyasasına yoğun müdahalelerde bulunarak cari açığı frenlemeye çalışmaktadır. Maliye Bakanlığı da benzer şekilde cari açıkta önemli rol oynayan başta enerji sektörü olmak üzere; otomotiv, sigara, alkol gibi birçok sektörde,çeşitli mal ve hizmetlerde ÖTV başta olmak üzere vergileri artırmak yoluyla iç talebi kısmaya çalışmaktadır. Fakat, alınan tüm önlem ve tedbirleri yapısal tedbirler olmasından ziyade, ekonomiyi soğutmaya dönük günlük politik tedbirler olarak nitelendirebiliriz. Bir başka konu ise alınan önlemlerin enflasyon hedeflemesi konusunda karar alıcılara kolaylık sağlamasıdır.
Bunlara ilaveten, 2011 yılının ikinci çeyreğinden itibaren küresel büyümeye ilişkin artan endişeler paralelinde küresel risk iştahı azalmış, gelişmekte olan ülkeleri sermaye akımları olumsuz yönde etkilemiştir. Sözkonusu gelişmenin Türk Lirasında yarattığı değer kaybı, enflasyon üzerindeki dış kaynaklı yukarı yönlü baskıları beraberinde getirmiştir. Yaşanan gelişmeler karşısında Merkez Bankası, dövize olan talebi dengelemek ve enflasyon riskini sınırlamak amacıyla, politika duruşunda değişikliğe gitmek zorunda kalmıştır. Bu doğrultuda Banka, bu sefer döviz alım ihalelerine ara vererek döviz satım ihalelerine başlamak suretiyle döviz üzerindeki spekülatif baskıları kaldırmaya çalışmış, faiz koridorunu daraltmış ve yabancı para zorunlu karşılık oranlarında ise düşüşe gitmiştir. Ayrıca, küresel ekonomideki olumsuzlukların, iktisadi faaliyetin hızında yaratacağı yavaşlamayı sınırlandırmak için politika faizi oranı düşürülmüştür.
III-ORTA VADELİ PROGRAMIN MAKRO HEDEFLERİ:
Biraz sonra detaylarına yer vereceğimiz 2012-2014 Mali Plan ve Programı birçok kişi tarafından gereğinden fazla iyimser olarak değerlendirilmiştir. Böyle bir Programın değişkenlerinin birbiriyle olan ilişkisinin kurgusunda geçmiş dönem gelişmeleri, beklentiler, hedefler mutlak suretle göz önünde bulundurulmalıdır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi zaman zaman gündemimize taşınan cari açık konusu Programın en önemli taşlarından birisidir. Büyüme, istihdam, gelir dağılımı gibi konular ise daha arka planda kalmıştır.
Programda büyüme konusunda herhangi endişenin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Son dönemlerine yaklaştığımız 2011 döneminin en önemli ticaret partnerimizolan Avrupa’daki olumlu hareketler neticesinde sabit fiyatlarla %7,5 gibi bir büyüme oranı beklenirken, 2012 yılında büyüme oranı %4 düzeyine çekilmiş durumdadır. Diğer yıllarda ise %5 büyüme öngörüsü bulunmaktadır[9]. Büyüme sorunu, yine özel sektörün önemli düzeylerdeki yatırımları ve özel tüketim harcamaları ile çözülmeye çalışılacaktır. Bunun içinde özel sektör tasarruflarının artırılarak, yatırım açığının azalması hedeflenmektedir. Yatırımcıların bu soruna kalıcı bir çözüm sağlayabilmesi için makro açıdan öngörülebilir bir enflasyon düzeyi, döviz kuru düzeyi ve faiz düzeyi; istikrarlı bir fiyat yapısı ile istikrarlı bir talep düzeyi ve bunun sonucu olarak sürdürülebilir ve kararlı bir büyüme modeline ihtiyaç duyulduğunu ifade etmekte yarar bulunmaktadır. Büyüme kavramı dış alemden soyutlanarak açıklanabilecek bir kavram değildir. Net ihracat kalemi giderek artan düzeylerde ülkemizde en önemli bir milli gelir kalemi olarak yer almaktadır. Bu durumda uluslararası konjonktürdeki yaşanacak aşağı veya yukarı sapmalar sistematik risk olarak ülkemizi de ciddi düzeyde etkileyecektir. Büyüyen ekonominin, işsizlik sorununa da çözüm üreteceği gerekçesiyle %10,5 olan işsizlik oranının,dönem sonunda %9,9’a düşmesi umulmaktadır. Yaklaşık olarak 1.300.000 kişinin yeni iş sahibi olması hedeflenmiştir[10][11]. Büyüme ve işsizlik öngörüleri neticesinde kişi başına gelirin 2011 yılında 10.363-$’dan 2014 yılında 12.412-$’a çıkması beklenmektedir.
Dış ticaret konusunda da ihracatın bu yılsonu itibariyle 134-milyar Dolar ithalatın 236-milyar Dolar, ihracatın program döneminde sırasıyla 148, 165 ve 185-milyar Dolar olması ve ithalatın 248, 272 ve 295-milyar Dolar olması beklentiler arasındadır[12]. Mali programın belki de en önemli riskli unsurunun dış ticaret kalemi olduğunu ifade etmekte yarar vardır[13]. 24 milyar Dolar olan turizm gelirlerinin 31 milyar Dolara çıkmasıyla cari işlemler dengesinin 71,7-milyar Dolardan, 67-milyar Dolara inmesi hedeflenmiştir[14]. Cari açığın en önemli kalemi ise hiç kuşku yok ki ortalama 50-milyar Dolar ile enerji ithalatı olacaktır.
Enflasyon ise Merkez Bankası için hayati öneme sahip bir kavram olup, bu sene (TÜFE) %7,8 olarak gerçekleşmesi umulurken, gelecek dönemde %5,2 ve diğer dönemlerde stabil bir durumda kalacak şekilde %5 olarak hesaplanmıştır. Beklentilerin ekonomiyi yönlendirdiği ortamlarda bir büyüme ekseni için düşük enflasyondan ziyade istikrarlı bir enflasyona herşeyden önce ihtiyaç bulunmaktadır.1990’lı yıllar bu açıdan ülkemize çok önemli deneyimler kazandırmıştır. Literatür çalışmalarında bir ülkenin potansiyel çıktısı fiili çıktıya eşitse; bu durumda düşük faiz politikasının milli geliri artırmak yerine enflasyona yol açtığına yer verilmektedir. Zira, kısa vadede her ekonominin büyüyebileceği maksimum nokta belirlidir, uzun dönemde ise bu nokta arz koşulları tarafından belirlenmektedir. Dolayısıyla, milli gelir düzeyinin kısa dönem üzerindeki etkilerini izlerken, üretim imkanları eğrisinin hangi noktasında bulunulduğu enflasyonist baskılar açısından ciddiyetle izlenmesi gerekmektedir. 1980’li dönemlerden sonra Merkez Bankaları politikalarının üretim ve istihdama etkilerinin ancak ve ancak fiyat istikrar politikaları ile sağlanacağı anlaşılmıştır. Enflasyon hedeflemesinin temel mantığında geleceğin de geçmişe benzer olacağı düşüncesiyle enflasyon olgusunun geçmişle olan bağının kopartılması yatmaktadır[15][16]. 2006 yılında enflasyon hedefi rejimiyle beraber politikalarda IMF program şartlılığı kapsamında net uluslararası rezervler performans kriteri olarak devam etmiş, Merkez Bankası tavsiye veren konumundan karar alıcı konumuna geçmiştir. Bu hedef doğrultusunda kısa vadeli faiz oranları vazgeçilmez politika aracı olmuş, bu suretle toplam talep kontrol edilmeye çalışılarak hedef sağlanmaya çalışılmaktadır. Orta vadeli dönemde enflasyon konusundaki politika başarısı riskin azalması ile birlikte faiz oranlarında iyileşme beklenmektedir. Merkez Bankası’nın orta vadeli dönemde politika faizini belirlerken enflasyon ve fiyat istikrarı dışında bir görev ve amacının olmadığı algısını piyasalara veremezse, güven kaybına bağlı olarak makro dengelerin olumsuz etkilenmesi imkan dahilindedir.
TC Merkez Bankası’nın 2012-2014 dönemine ilişkin enflasyon hedeflemesinde enflasyon oranlarını bir aralık veya belli bir marj olarak değil de, tek bir oran olarak ifade etmesi kurumsal düzeyde para politikasına ve dolayısıyla kendine olan güveni ifade etmekle birlikte, sözkonusu oranları politikanın başarı şansını ise düşürmektedir. Buna karşın, belli bir aralık düzeyinde hedeflenen enflasyon oranına ilişkin hedefin yakalanma imkanı yüksek gözükmekle birlikte, böyle bir hedefleme programın başarısına ilişkin tereddütlerin doğmasına da imkan tanımaktadır[17].
Maliye politikası, kısa ve uzun vadeli amaçları elde etmek için çeşitli politika araçları ile ekonomik düzene etki eden bir tür mekanizmadır. Bu politikalarla ekonomik istikrarın sağlanması (fiyat istikrarı-tam istihdam), optimal kaynak tahsisi, adaletli gelir dağılımı, kalkınma gibi temel sorunlar çözülmeye çalışılmaktadır. Daha geniş ifadeyle maliye politikası kısa ve uzun vadede toplumsal olarak optimum refah seviyesine ulaşmak için iktisadi değişkenler yoluyla iktisadi düzene etki eden bir mekanizmadır. Maliye politikası iktisadi düzen üzerindeki etkinliğini ise bir ekonomideki en büyük bilanço niteliğinde olan bütçe ile sağlamaya çalışmaktadır. Bu anlamda bütçe gelir ve giderleri ile birlikte, bütçe dengesinin hangi noktada sağlandığı ekonomi dengeleri açısından önem kazanmaktadır.
Bütçe üzerinde sağlanmaya çalışılan denge olan “kamu kesimi genel dengesi” belli bir dönemde kamunun gelir, gider, tasarruf ve yatırımları ile gelir ve gider farkının hangi kaynaklardan karşılandığını göstermektedir. Orta Vadeli Mali Programa göre Türkiye nezdinde temel ekonomik hedeflere bağlı olarak merkezi yönetim bütçe dengesi ile faiz dışı fazlasının 2012-2014 döneminde aşağıdaki gibi sağlanması beklenmektedir[18]:
Tablo 1- Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi ve Faiz Dışı Fazlası
2012 | 2013 | 2014 | |
Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi (Milyon TL) | -21.054 | -21.745 | -18.133 |
Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi / GSYH (%) | -1,5 | -1,4 | -1,0 |
Faiz Dışı Fazla (Milyon TL) | 29.196 | 31.255 | 36.867 |
Faiz Dışı Fazla / GSYH (%) | 2,0 | 2,0 | 2,1 |
Merkezi yönetim bütçesinde bütçe açığına ilişkin Program hedefi 21.054-milyon TL’den 18.133-milyon TL’ye inmesi şeklindedir. Bu dönemde açığın GSYH’ya olan oranının %1,5’tan %1’e inmesi hedeflenmektedir. Burada öncelikle ifade edilmesi gereken en temel öğenin bütçe açığı kavramı olduğu anlaşılmaktadır. Bütçe açığı kavramı ile ifade edilen unsur bütçenin gelir ve gider dengesinin hem zaman yönünden hem de miktar yönünden tam senkronize olmamasından kaynaklanmaktadır. Uzun vadede bu açığın ortadan kalkması beklenmektedir. İşte tam bu noktada açığın finansmanın kısa vade de mi, yoksa uzun vade de mi karşılanacağının, bir başka ifadeyle hangi jenerasyonunbu maliyeti yükleneceği sorusu sorulmaktadır. Açık bütçe politikası özellikle bir durgunluk döneminde beklenilen istikrar politikası olmakla birlikte, çok yönlü ve karmaşık birçok sorunu da (enflasyon, gelir dağılımı, faiz oranı ve yatırım) beraberinde getirmektedir. Fakat, bugün dünyada bütçenin açık vermesinden ziyade, bütçe açıklarının taşınabilirliği daha geniş ve önemli bir sorunu teşkil etmektedir. Özellikle bütçe açıklarının ulusal gelire olan oranı oldukça önemli bir anlam taşımaktadır.
Maliye politikası yönünden ekonomi hedeflerinden en önemlisi ise hiç kuşku yok ki faiz dışı fazla hedefidir. Sözkonusu iktisadi değişkenin ekonomi kuramında bütçe açığının taşıdığı önemden daha fazla önem taşıdığı iktisadi yazında oldukça fazla bilinen bir gerçektir. Ekonomi hedeflerinin temel taşlarından biri olan faiz dışı fazlanın GSMH’ya olan oranı çok önemli bulunmaktadır. “Faiz dışı fazla”;bütçenin toplam gelirleriyle, bütçeden yapılan faiz ödemeleri yok sayıldığında geriye kalan harcamalar arasındaki farktır. Kısaca toplam harcamalardan faiz harcamaları çıkarıldığı zaman, gelirin gideri karşılayıp karşılayamadığını gösterir. Faiz dışı fazlayı “birincil açık” olarak ta nitelendirmek mümkün bulunmaktadır. Zira, birincil açık faiz şeklindeki bütçe giderlerinin de dahil olduğu, dolayısıyla daha önceki bütçe açığı finansmanı nedeniyle bugün katlanılan açığı ifade etmektedir. Bu durum ise kamu otoritesinin tam anlamıyla kontrolünde bulunmayan bir bütçeyi ve varsa bütçe açığını ifade etmektedir. Bu bütçe açığı daha önceki bütçe açıklarının sonucu, ilerideki bütçe açıklarının ise nedeni durumunda bulunmaktadır. Sonuç itibariyle, bütçe harcamaları arasından faiz giderlerinin dışlanmasıyla ortaya çıkan açık (fazla) birincil açığı (kontrol edilebilen açığı) ifade etmekle birlikte, sözkonusu durum tam anlamıyla faiz dışı fazlayı da ifade etmektedir.1990’lı yıllardan itibaren vazgeçilmez bir bütçe disiplin aracı olan faiz dışı fazla, kamu kesimi borçlarının sürdürülmesinde ve bu yöndeki bekleyişlerde önemli bir araç konumunda bulunmaktadır. Bütçe içerisinde faiz gideri gibi kontrol edilemeyen bir kısmın büyümesi halinde hedef faiz dışı fazla ancak yeni vergi gelirleri sağlanarak, vergi kapasitesi artırılarak ya da diğer harcama kalemlerinde sağlanacak tasarruflar yoluyla elde edilebilecektir. Bir başka yol ise; bu varsayımların tamamının bulunduğu bir alternatifi içermektedir. Faiz dışı dengenin pozitif bakiye vermesi ise, yani bütçe gelir ve giderlerinin faiz harcamaları dikkate alınmadığında fazla vermesi, bu tutarda kamu borcunun ödenebilinmesi bağlamında önemli bulunmaktadır.Faiz dışı fazla hedefinde başarılı sonuçlar elde edilmesi bir yandan kamu maliyesinde yaşanan disiplinin varlığına; bir diğer yandan ise ekonominin kararsız bir büyüme modelinden sürdürülebilir bir ekonomik büyüme modeline geçişi olarak düşünülebilir. Zira, faiz dışı fazla hedefinden beklenen kamu borçlarının döndürülebilirliğinin sağlanmasıdır. Piyasalar tarafından bu hedefin sağlanabileceği yönündeki bekleyişlerpiyasada kararların daha sağlıklı alınmasına ve piyasaların dengelerinin bozulmamasına neden olabilecektir[19]. Program dönemi boyunca bütçe açığındaki azalmaya karşın, faiz dışı fazla kaleminde ise kademeli bir artış hedeflenmektedir. 2012 yılında 29.196-milyon TL olması hedeflenen fazlanın, 2014 döneminde ise 36.867-milyon TL’ye çıkması hedeflenmektedir. Program dönemi boyunca faiz dışı fazlanın ulusal gelire olan oranının %2 civarında olması beklenmektedir. Hedeflerde dışsal veya içsel şoklar nedeniyle yaşanabilecek gelişmeler ekonomi ajanları tarafından mali disiplinden kopma olarak yorumlanabilecek, sistematik riski yüksek bir ülke olarak bu riski karşılayabilecek şekilde daha fazla maliyete katlanmak zorunda kalabilmemiz imkan dahilindedir. Faiz dışı fazla kaleminde yaşanabilecek önemli düzeylerdeki olumsuzluklar, para politikasında da beklenmedik gelişmelere konu olabilecektir.
Program tanımlı bütçe gelirlerinin ise 315.442-milyon TL’den 377.842-milyon TL’ye çıkması beklenmektedir. Nominal anlamda yaklaşık 62-milyon TL’lik bir bütçe gelir büyümesinden bahsedilmektedir. Bütçe gelirinin GSYH’ya oranının ise dönem sonunda düşmesi beklenmektedir. 2012-2014 Mali Plan dönemi sonunda merkezi yönetim bütçe gelirlerinin GSYH’ye oranının % 22,5, vergi gelirlerinin GSYH’ye oranının ise % 19,2 olarak gerçekleşeceği beklenmektedir. Ayrıca, merkezi yönetim faiz dışı (kontrol içindeki) gider bütçesinin dönem sonunda GSYH’ya oranının %20,4’e gelmesi hedeflenmektedir[20].
Tablo 2- Program Tanımlı Bütçe Büyüklükleri
2012 | 2013 | 2014 | |
Merkezi Yönetim Bütçesi Faiz Dışı Giderleri (Milyon TL) | 300.608 | 328.066 | 353.624 |
21,1 | 20,9 | 20,4 | |
315.442 | 346.253 | 377.842 | |
22,1 | 22,0 | 21,8 |
Tablo 3- Ekonomik Sınıflandırma Bazında Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri ve GSYH’ya Oranları
(Milyon TL) | 2012 | 2013 | 2014 | 2012 Oran % | 2013 Oran % | 2014 Oran % |
Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri | 350.898 | 381.096 | 408.644 | 24,6 | 24,2 | 23,6 |
Faiz Dışı Giderler | 300.648 | 328.096 | 353.644 | 21,1 | 20,9 | 20,4 |
- Personel Giderleri | 81.692 | 88.618 | 96.053 | 5,7 | 5,6 | 5,5 |
- Sosyal Güvenlik Kurumlarına Devlet Primi Giderleri | 14.279 | 15.490 | 16.790 | 1,0 | 1,0 | 1,0 |
- Mal ve Hizmet Alım Giderleri | 28.859 | 29.774 | 31.307 | 2,0 | 1,9 | 1,8 |
- Cari Transferler | 130.250 | 143.651 | 154.077 | 9,1 | 9,1 | 8,9 |
- Sermaye Giderleri | 27.914 | 31.093 | 34.248 | 2,0 | 2,0 | 2,0 |
- Sermaye Transferleri | 4.213 | 4.332 | 4.470 | 0,3 | 0,3 | 0,3 |
- Borç Verme | 8.625 | 10.515 | 11.885 | 0,6 | 0,7 | 0,7 |
- Yedek Ödenek | 4.817 | 4.624 | 4.815 | 0,3 | 0,3 | 0,3 |
Faiz Giderleri | 50.250 | 53.000 | 55.000 | 3,5 | 3,4 | 3,2 |
Ekonomik sınıflandırma kapsamında toplam bütçe giderlerinin 350.898-milyon TL’den 408.644-milyon TL’ye çıkması hedeflenmiştir. GSYH açısından milli gelirin yaklaşık %24’ünün kamu tarafından harcanacağı anlaşılmaktadır. 2012-2014 döneminde, merkezi yönetim bütçe giderlerinin GSYH’ye oranının sırasıyla %24,6 %24,2 ve %23,6 olarak gerçekleşmesi öngörülmüştür. Yine,2012 yılı için toplam 211.942-milyon TL cari transferler[21] ve personel harcamaları bütçenin en önemli gider kalemleri arasında yer almaktadır. Faiz giderleri ise ortalama 53.000-milyon civarında ve ulusal gelirin yaklaşık %3,3’ü olarak beklenmektedir. Toplam merkezi yönetim bütçe giderlerinin yaklaşık %14,5’u faiz giderleri olarak ödenecektir. Dönem sonunda ise, borçlanma politikasının da etkisiyle faizin payının %13,4 düzeyine gelmesi hedeflenmiştir. Faiz giderlerini GSYH açısından değerlendirirsek, %3,5’ten %3,2’ye gelmesi olumlu bir gelişmedir. Faiz giderlerinin bütçe gelirlerine olan payı ise 2012 yılında %16 iken, 2014 yılında %14,5 olarak hesaplanmıştır. Bir başka ifadeyle, tahsil edilen her 100-TL gelirin 16-TL’si faize ayrılmaktadır.
IV-ORTA VADELİ PLAN KONUSUNDA NE KADAR BAŞARILIYZ?
2006 yılından itibaren hedef ve gerçekleşme verilerine baktığımızda ülke olarak plan yapmakta çokta başarılı olduğumuzu ifade edemeyiz. Özellikle büyüme konusunda tahminlerin çok uzağında sonuçlarla karşılaşıldığı anlaşılmaktadır. Geçen seneki planda %4,5 olarak planlanan büyüme sene sonunda %7,5 olarak hesaplanmaktadır. 2010 yılında ise %3,5 olarak hedeflenen büyüme, %9 olarak gerçekleşmiştir. Buna karşın, 2009 yılında %5 büyüme beklenirken %4,8 küçülme gerçekleşmiştir[22]. Birer yıllık dönemler itibariyle değerlendirecek olursak, reel fiyatlarla 2006 yılında hedef %5, gerçekleşen %6,89 ile %38 sapma; 2007 yılında hedef %7 iken gerçekleşen %4.67, sapma -%33; 2008 yılında hedef %5,5 iken gerçekleşen %0,66, sapma -%88; 2009 yılında hedef %5 iken gerçekleşen -%4.74, sapma -%195 olmuştur[23][24]. Görüldüğü üzere büyüme konusunda ciddi yanılgı içerisinde hareket etmekteyiz. Bugünkü hedef konusunda ise küresel ekonomi ve bunun içeriye yansımaları nedeniyle daha düşük büyüme beklentileri kamuoyunda hakim durumda. IMF, şu an itibariyle Türkiye’nin büyüme oranını %2,5 olarak deklare etmektedir. Birçok kamuoyu araştırmalarında büyüme rakamlarının gerçeği yansıtmadığı ve oldukça iyimser tablolar çizildiğini vurguladığına tanık olmaktayız. Daha düşük bir büyüme, Program hedefleri kapsamında işsizlik ve bütçe açıklarının daha fazla olacağına, dolayısıyla borçlanma gereksiniminin yüksek çıkacağına; buna karşın dış ticaret ve cari işlemler açığında ise daha olumlu gelişmelerin varlığına sirayet etmektedir. Enflasyon hedeflemesinde ise başka değişkenler devreye girmediği sürece başarı şansının artmasına imkan tanıyacaktır.
Bir başka konu ise, cari işlemler açığı konusunda yaşanmaktadır. Genel olarak belli bazı maliyetlerine rağmen büyüme olumlu karşılanırken, cari işlemler açığının milli gelire olan oranının artması olumsuz bir durum olarak karşılanmaktadır. Geçmiş dönem değerlendirmelerinde, büyüme dönemlerinde cari açığın ulusal gelire payının arttığı rastlantısal olmamakla beraber gerçekken, tüm büyüme dönemlerinde cari açık oranının küçülmesi mümkün gözükmemektedir. Bu durum, ancak ve ancak en yoğun ticari ortaklarımızın bizden daha güçlü büyümesi durumunda veya yeni pazarların varlığı halinde geçerlilik taşımaktadır. Bu durum, dünyada büyüme beklentileri genel itibariyle olumlu yönde iken, gelişmiş ülkelerin büyüme hızlarının çok yüksek olmayacağı düşünüldüğünde çok ta gerçekçi bir hedef olarak görülmemektedir. Program dönemleri itibariyle cari işlemler açığının ulusal gelire olan oranı 2006 yılından itibaren -%4, -%7,9, -%6,4 ve -%6,8 olarak hedeflenmişken, -%6,1, -%5,9, -%5,7 ve -%2,3 olarak gerçekleşmiştir. Döviz piyasaları, enerji piyasaları ve uluslararası siyasi ve ekonomik gelişmeler bu hedeflerin başlıca değişkenleri olarak belirleyici olacaktır. Birer yıllık hedefler olarak baktığımızda, 2006 yılından itibaren %53, -%25, -%11 ve 2009 yılında hedeften -%66 civarında sapmalar bulunmaktadır[25]. Cari işlemler dengesinin reel fiyatlarla belirlenen GSYH’ya olan oranları; büyüme yönündeki hedef sapmalarında büyüme oranındaki sapmalardan daha fazla tepki vermiş, yani cari açık daha hızlı büyürken, küçülme yönündeki tüm hedef sapmalarında ise küçülme oranlarına nazaran oldukça daha az düzeyde tepki vermiştir. Bir başka ifadeyle, 2007, 2008 ve 2009 dönemlerinde beklentilerin aşağısında gerçekleşen tüm büyüme (küçülme) dönemlerinde cari açık, milli gelirdeki olumsuz sapmadan önemli sayılabilecek ölçekte daha az etkilenmiştir. Yani, cari açığın ulusal gelire olan oranının, hedef büyüklüklerle beraber düşünüldüğünde, yukarı yönlü baskısı aşağı yönlü baskısından daha güçlü hissedilmiştir.
Bir başka konu, ortalama vade de %5 civarındaki büyüme, net dış ticaretin önemini daha çok artırmaktadır. Geçmiş deneyimlerimizde küçülme dönemlerinde net dış ticaret büyümeye olumlu katkı sağlarken, iç talep küçülme kaynağı olagelmiştir. Bugün ise net dış ticaretin büyümeye ciddi olumlu katkı yapması beklenmektedir. Bu durum, en doğal haliyle cari açığı biraz frenlemektedir.
İşsizlik konusunda da birer yıllık hedefler olarak 2006 yılından itibaren %10, %10,5, %9,6 ve %9,8 olarak belirlenen işsizlik oranı; yine sırasıyla %10,2, %10,3, %11 ve %14 civarında gerçekleşmiştir. Bu oranda da -%2 ile %43 arasında sapmalar gerçekleşmiştir[26]. İstihdam koşullarında ise özel kesimin yatırımları belirleyici olacaktır.
Keza, merkezi yönetim bütçe gelirleri ile giderlerinde de önemli sapmalar bulunmaktadır. Yine, birer yıllık hedefler doğrultusunda 2006 yılından itibaren bütçe gelirlerinde %22, %5, %1 ve -%12 düzeyinde; bütçe giderlerinde ise %11, %7, %1, ve %3 civarında sapmalar gerçekleşmiştir[27].
Bu konuda belki de en büyük darbeyi merkezi yönetim bütçe dengesi konusunda almış bulunmaktayız. 2006 yılında -18.322-milyon TL olan denge -.4.643-milyon TL; 2007 yılında -8.766-milyon TL olan denge hedefi -13.708-milyon TL, 2008 yılında -18.909-milyon TL olan hedef -17.432-milyon TL ve 2009 yılında -15.548-milyon TL olan denge hedefi -52.215-milyon TL olarak gerçekleşmiştir[28]. Buna göre; bütçe dengesi anlamında -%75 ile %236 oranları arasında sapmalar yaşandığı tespit edilmiştir.
Yukarıda yer alan açıklamalara bakıldığında Orta Vadeli Plan ve Programlarda çok önemli düzeylere varan sapmaların yaşandığı, daha çok iyimser koşulların varlığı düşünülerek, basit argümanlarla programlarının hazırlandığı ve başarısız olunduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda içsel ve dışsal şoklara ve gelişmelere daha duyarlı hedeflerin konabilmesi için öngörü niteliğinin artırılması gerektiğini düşünmekteyiz.
[1] E. Hesap Uzmanı;
[2]Hacettepe Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü;
[3]Öğrt. Grv. Ergen, Zuhal; “Orta Vadeli Harcama Sistemi Üzerine Kavramsal Bir Yaklaşım”, ÇÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2007/1;
[4]IMF Dünya Ekonomik Görünüm Raporu, Eylül 2011.
[5]OECD, Uyumlaştırılmış İşsizlik Oranları Basın Duyurusu, Eylül 2011.
[6] 2012-2014 Orta Vadeli Mali Programı;
[7] Ekonomist Dergisi, Sayı:2011/42;
[8] OECD Uyumlaştırılmış İşsizlik Oranları Basın Duyurusu, Eylül 2011.
[9] GSYH cari fiyatlarla 2011 yılında 1.281-milyar TL, 2012 yılında 1.426-milyar TL, 2013 yılında 1.572-milyar TL ve 2014 yılında 1.733-milyar TL olarak hesaplanmıştır.
[10] 100 kişilik bir işyerinde yaklaşık 13.000 yeni işyeri, 50 kişilik işletmelerde 26.000 yeni işyeri anlamına gelmektedir.
[11] Tarım sektöründe ise 200.000 kişinin istihdam kaybına uğrayacağı ifade edilmektedir.
[12] Dış ticaret açığının 2011 yılından itibaren sırasıyla 102, 100, 106 ve 110-milyar Dolar olması beklenmektedir.
[13] İhracatın ithalatı karşılama oranı2011 yılında %56 iken, dönem içerisinde %59, %60 ve %62 olması plan dahilindedir.
[14] Cari İşlemler dengesinin GSYH’ya oranı 2011’de %9,4 iken, ihracatın ithalatı karşılama oranı ve turizm gelirleri nedeniyle 2014 yılında %7’ye gerilemesi planlanmıştır.
[15] Enflasyon hedeflemesinde Merkez Bankası para politikası enflasyon tahmin ve beklentilerine göre realize edilmektedir. Bu modelde, hedef enflasyonun beklentileri etkilediği ölçüde kuvvetli bir çıpa görevi gördüğü ifade edilebilir. Firmalar ve hanehalklarının gelecek döneme ilişkin fiyatlama davranışları ve bütçe planlarını mali disipline ve para politikasına güven olgusu kaybolmadığı sürece hedef doğrultusunda oluşturması beklenir.
[16] Merkez Bankası 2002-2005 yılları arasında ön koşulların yeteri kadar oluşmaması gerekçesiyle örtük enflasyon hedeflemesini uygulamak suretiyle dalgalı kura ve yeni para politikasına piyasaların uyumunu sağlamış ve 2006 yılından itibaren ise nihai hedefin doğrudan doğruya enflasyon olduğu modele geçmiştir.
[17] İlk üç yıllık orta vadeli plandan itibaren Merkez Bankası hedef nokta ve hedef nokta civarında 2 puanlık belirsizlik aralığı koymuş olup, üçer aylık dönemler itibariyle konuyu hükümete aktarmaktadır.
[18] 2012-2014 dönemi Orta Vadeli Mali Programa ve Plana ilişkin bilgiler “http://www.bumko.gov.tr” internet adresinden edinilmiştir.
[19] Çakmakcı, Ali; “Mevcut KİT’ler ve Özelleştirme Kapsamında Bulunan Kuruluşlara İlişkin Özelleştirme Öncesi Ekonomi ve Kamu Maliyesi Bağlamında Değerlendirmeler”; Vergi Dünyası Dergisi; Sayı: 329, Haziran 2008;
[20] Özelleştirme sürecinde kamunun elektrik dağıtımı ve şeker üretimi alanlarından tamamen çekilmesi, elektrik üretimi, doğalgaz dağıtımı, telekomünikasyon ve liman, otoyol, köprü gibi faaliyet alanlarından kısmi olarak çekilmesi beklenmektedir.
[21] Cari transferlerde KİT ve SGK finansman ihtiyacı, işveren sigorta pirim ödemesi, tarımsal destekleme programları, özürlü bakımı, burs ve harçlık tutarları, mahalli idare payları ve diğer transferler dikkate alınmıştır.
[22] Orta Vadeli Mali Program;
[23] Kaynak DPT, TÜİK, TCMB, Maliye Bakanlığı.
[24] 2006 verileri 2006-2008, 2007 verileri 2007-2009, 2008 verileri 2008-2010, 2009 verileri 2009-2011 OVP’dan alınmıştır.
[25] 2006 verileri 2006-2008, 2007 verileri 2007-2009, 2008 verileri 2008-2010, 2009 verileri 2009-2011 OVP’dan alınmıştır.
[26] 2006 verileri 2006-2008, 2007 verileri 2007-2009, 2008 verileri 2008-2010, 2009 verileri 2009-2011 OVP’dan alınmıştır.
[27] 2006 verileri 2006-2008, 2007 verileri 2007-2009, 2008 verileri 2008-2010, 2009 verileri 2009-2011 OVP’dan alınmıştır.
[28] 2006 verileri 2006-2008, 2007 verileri 2007-2009, 2008 verileri 2008-2010, 2009 verileri 2009-2011 OVP’dan alınmıştır.