2009-2011 DÖNEMİ ORTA VADELİ MALİ PLAN VE PROGRAMA

İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER

Ali ÇAKMAKCI

Hesap Uzmanı

I-GİRİŞ:

Bütçe uygulamaları ile kalkınma planları arasında doğrudan bir bağ kurulamaması, bütçe hedeflerinin tek yılla sınırlı olarak ortaya konması, Avrupa Birliği’ne giriş şartlarının tespit ve takibinin yeteri kadar açıklıkla sağlanamaması bütçe uygulama sürecinin ve hedeflerinin gözden geçirilmesine neden olmuştur. Nihayetinde mali yönetim olgusunun sorgulanabilir hale geldiği bu aşamada 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu 10/12/2003 tarihinde TBMM tarafından kabul edilmek suretiyle yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanun’la temel olarak kaynak kullanımında etkinliğin sağlanması, mali saydamlık ve hesap verilebilirliğin artırılması hedeflenmiş bulunmaktadır. 2006 yılından itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanan çok yıllı bütçeleme sistemi, kamu mali yönetiminde öngörülebilirliğin artırılmasında ve saydamlık ilkesinin güçlendirilmesinde önemli katkılar sağlamaktadır. 5018 sayılı Kanun’a bağlı olarak çok yıllı bütçeleme sisteminin etkinliğinin, idarelerin stratejik planlama ve performans esaslı bütçelemeye geçişlerinin tamamlanmasıyla artırılması beklenmektedir. Çok yıllı bütçelemenin başarılı bir şekilde sürdürülmesi bütçe uygulamalarında kamu idareleri arasında gerekli işbirliği ve eşgüdümün sağlıklı bir şekilde yürütülmesine bağlılığı esas alınmıştır.         

Bahsi geçen 5018 sayılı Kanun’un 16’ıncı maddesi çerçevesinde çok yıllı bütçeleme ilkesine bağlı olarak Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan 2009-2011 dönemine ilişkin “Orta Vadeli Mali Plan” Yüksek Planlama Kurulu’nca 08/07/2008 tarih ve mükerrer 26930 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir. Bahsi geçen Kanun’a bağlı olarak çok yıllı bütçeleme süreci Bakanlar Kurulu’nun temel politika öncelikleri ile hedef ve gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri içeren “Orta Vadeli Program”ın Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmesiyle başlamaktadır. 2009-2011 dönemine ilişkin “Orta Vadeli Program” ise 28/06/2008 tarih ve 26920 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir. Söz konusu programın temel iktisadi argümanlarının istikrarlı büyüme, kamu maliyesi dengeleri ile faiz ve enflasyon oranlarının daha sağlıklı bir yapıya kavuşması, büyüme ve istihdam üzerine kurulu olduğu anlaşılmaktadır.

2009-2011 Orta Vadeli Mali Planı, Orta Vadeli Mali Program’la uyumlu olmak üzere gelecek üç yıla ilişkin toplam gelir ve gider tahminleriyle birlikte hedef açık ve borçlanma durumu ile kamu idarelerinin ödenek teklif tavanlarını içermekte ve Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanarak Yüksek Planlama Kurulu tarafından karara bağlanmaktadır. Orta Vadeli Program ile buna uyumlu olarak hazırlanan Orta Vadeli Mali Plan’da yer alan veriler her şeyden önce bir “öngörü” niteliğinde bulunmaktadır. Öngörü ise genel olarak “bilimsel tahmin” olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla, öngörüyü tahminden ayıran en temel öğe öngörünün dayanaklarının bilimsel esaslara dayalı bulunmasından geçmektedir. Bir başka ifadeyle değişkenler arasındaki ilişkiler bilimsel esas ve usuller ile ortaya konmaya çalışılmaktadır. Aşağıda yer alan çalışmada 2009-2011 dönemine ilişkin Orta Vadeli Mali Plan ve Program kapsamında yer alan proforma niteliğindeki hedeflere yönelik olarak bütçe kavramı çerçevesinde bazı değerlendirmelere yer verilecektir.

II-2009-2011 ORTA VADELİ MALİ PROGRAMI HEDEF BÜTÇE VERİLERİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER:

i) Kamu Kesimi Genel Dengesi Açısından Değerlendirmeler:

Maliye politikası kısa ve uzun vadeli amaçları elde etmek için çeşitli politika araçları ile ekonomik düzene etki eden bir tür mekanizmadır. Bu politikalarla ekonomik istikrarın sağlanması (fiyat istikrarı-tam istihdam), optimal kaynak tahsisi, adaletli gelir dağılımı, kalkınma gibi temel sorunlar çözülmeye çalışılmaktadır. Daha geniş ifadeyle maliye politikası kısa ve uzun vadede toplumsal olarak optimum refah seviyesine ulaşmak için iktisadi değişkenler yoluyla iktisadi düzene etki eden bir mekanizmadır. Maliye politikası iktisadi düzen üzerindeki etkinliğini ise bir ekonomideki en büyük bilanço niteliğinde olan bütçe ile sağlamaya çalışmaktadır. Bu anlamda bütçe gelir ve giderleri ile birlikte, bütçe dengesinin hangi noktada sağlandığı ekonomi dengeleri açısından önem kazanmaktadır.

Bütçe üzerinde sağlanmaya çalışılan denge olan “kamu kesimi genel dengesi” belli bir dönemde kamunun gelir, gider, tasarruf ve yatırımları ile gelir ve gider farkının hangi kaynaklardan karşılandığını göstermektedir. Orta Vadeli Mali Programa göre Türkiye nezdinde temel ekonomik hedeflere bağlı olarak merkezi yönetim bütçe dengesi ile faiz dışı fazlasının 2009-2011 döneminde aşağıdaki gibi sağlanması beklenmektedir[1]:

Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi ve Faiz Dışı Fazlası

2009

2010

2011

Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi (Milyon YTL)

-15.548

-15.920

-23.042

Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi / GSYH (%)

-1,4

-1,3

-1,7

Faiz Dışı Fazla (Milyon YTL)

41.202

38.872

36.949

Faiz Dışı Fazla / GSYH (%)

3,7

3,1

2,6

Tablo 1: Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi ve Faiz Dışı Fazlası

2009 yılı merkezi yönetim bütçe açığının GSYH’ye oranının %1,4 olarak gerçekleşeceği, 2010 yılında %1,3’e düşeceği, 2011 yılında ise % 1,7 oranında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir[2].  Bununla beraber 2011 bütçe yılında merkezi yönetim bütçe açığının 2009 ve 2010 dönemlerine nazaran önemli düzeyde artması beklenmektedir. Zira, söz konusu dönemde bütçe açığının 2010 yılına göre yaklaşık %44 düzeyinde artması hedeflenmektedir. Ayrıca, Türkiye açısından GSYH’nın 2009-2011 bütçe döneminde ortalama olarak %5,5 düzeyinde artması hedeflenmiştir[3]. Faiz dışı fazla kavramında ise hem miktar olarak, hem de ulusal gelire olan oranı olarak düşmeler beklenmektedir.

Bütçe dengeleri ve gerçekleşmelerine 2007 bütçe yılı itibariyle bakılacak olursa, söz konusu dönemde merkezi yönetim bütçe dengesinin 13.708-milyon YTL, faiz dışı fazla dengesinin ise 35.045-milyon YTL olduğu anlaşılmaktadır[4]. Yine, söz konusu dengelere yönelik hedeflere bakıldığı zaman 2007 yılı bütçe açığı hedefi 16.830-milyon YTL olarak belirlenmişken, bütçe açığı hedefine göre yaklaşık 3.000-milyon YTL tutarında bütçe fazlası sağlanmıştır. Ayrıca, bütçe açığının 2007 yılında GSMH’ya olan oranının %2,1’e düştüğü gözlenmektedir. 2008 yılında ise merkezi yönetim bütçe açığı 17.069-milyon YTL, söz konusu açığın ulusal gelire olan oranı ise %1,8 olarak gerçekleşmiştir. 2009-2011 dönemine ilişkin Orta Vadeli Mali Plan’da söz konusu bütçe açığının 2008 yılına nazaran 2009 ve 2010 yıllarında düşeceği, 2011 yılında ise söz konusu dönemlere nazaran önemli düzeyde artması hedeflenmektedir. Buna göre, 2009 ve 2010 yıllarına ilişkin bütçelerin 2007 ve 2008 yıllarına ilişkin bütçelerden daha sıkı bir maliye politikasını bünyesinde taşıdığı ifade edilebilir. Faiz dışı fazla konusunda ise bütçe açığının aksi yönde bekleyişler bulunmakta, bir başka ifadeyle Orta Vadeli Mali Plan’da faiz dışı fazla hedefinde hem miktar olarak, hem de ulusal gelire oranı olarak istikrarlı bir düşüş hedeflenmektedir. Söz konusu faiz dışı fazlanın ulusal gelire olan oranı 2007 yılında %3,5 olarak gerçekleşmiştir. Faiz dışı fazla miktarının 2008 yılında ise 33.592-milyon YTL[5] olduğu ve bunun da ulusal gelire olan oranının %3,8 olduğu anlaşılmaktadır. 2009 yılı Ocak ayı bütçe rakamları ise bütçe açığının mali politika hedefleri dışında gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Zira, söz konusu aya ilişkin bütçe dengesi 2008 yılının aynı ayına göre %465,8 oranında azalırken, faiz dışı fazla miktarında da benzer şekilde aynı aya göre %78,3 oranında azalma yaşanmıştır. Bütçe gelirlerindeki artış ise bütçe giderlerindeki artışa kıyasla oldukça düşük düzeyde kalmıştır. Fakat, kamu maliyesi bağlamında en olumlu değişmenin faiz giderlerinin 2008 yılı Ocak ayı bütçe rakamlarına göre %11,7 oranında azalması olarak ifade edilebilir[6].    

Burada öncelikle ifade edilmesi gereken en temel öğenin bütçe açığı kavramı olduğu anlaşılmaktadır. Bütçe açığı kavramı ile ifade edilen unsur bütçenin gelir ve gider dengesinin hem zaman yönünden hem de miktar yönünden tam senkronize olmamasından kaynaklanmaktadır. Açık bütçe politikası özellikle bir durgunluk döneminde beklenilen istikrar politikası olmakla birlikte, çok yönlü ve karmaşık bir çok sorunu da (enflasyon, gelir dağılımı, faiz oranı ve yatırım) beraberinde getirmektedir. Fakat, bugün dünyada bütçenin açık vermesinden ziyade, bütçe açıklarının taşınabilirliği daha geniş ve önemli bir sorunu teşkil etmektedir. Özellikle bütçe açıklarının ulusal gelire olan oranı oldukça önemli bir anlam taşımaktadır. Bilindiği üzere devleti gerçek ve tüzel kişilerden ayıran temel özellikleri nedeniyle devlet farklı bir ekonomi felsefesini bünyesinde barındırmaktadır. Zira, devletin çok önemli mali ve para politikaları ile ekonomi üzerinde etkileri ve etkinliği bulunmaktadır. Sonuç olarak devletin ekonomi mantığı gerçek ve tüzel kişilerin ekonomi mantığından daha geniş bir kapsama sahip olması yönünden ayrılmaktadır. Maliye politikası yönünden ekonomi hedeflerinden en önemlisi ise hiç kuşku yok ki faiz dışı fazla hedefidir. Söz konusu iktisadi değişkenin ekonomi kuramında bütçe açığının taşıdığı önemden daha fazla önem taşıdığı iktisadi yazında oldukça fazla bilinen bir gerçektir. Ekonomi hedeflerinin temel taşlarından biri olan faiz dışı fazlanın GSMH’ya olan oranı çok önemli bulunmaktadır. “Faiz dışı fazla”; bütçenin toplam gelirleriyle, bütçeden yapılan faiz ödemeleri yok sayıldığında geriye kalan harcamalar arasındaki farktır. Kısaca toplam harcamalardan faiz harcamaları çıkarıldığı zaman, gelirin gideri karşılayıp karşılayamadığını gösterir. Faiz dışı fazlayı “birincil açık” olarak ta nitelendirmek mümkün bulunmaktadır. Zira, birincil açık faiz şeklindeki bütçe giderlerinin de dahil olduğu, dolayısıyla daha önceki bütçe açığı finansmanı nedeniyle bugün katlanılan açığı ifade etmektedir. Bu durum ise kamu otoritesinin tam anlamıyla kontrolünde bulunmayan bir bütçeyi ve varsa bütçe açığını ifade etmektedir. Bu bütçe açığı daha önceki bütçe açıklarının sonucu, ilerideki bütçe açıklarının ise nedeni durumunda bulunmaktadır. Sonuç itibariyle, bütçe harcamaları arasından faiz giderlerinin dışlanmasıyla ortaya çıkan açık (fazla) birincil açığı (kontrol edilebilen açığı) ifade etmekle birlikte, söz konusu durum tam anlamıyla faiz dışı fazlayı da ifade etmektedir.    

1994 yılından 2009 yılına kadar vazgeçilmez bir bütçe disiplin aracı olan faiz dışı fazla, kamu kesimi borçlarının sürdürülmesinde ve bu yöndeki bekleyişlerde önemli bir araç konumunda bulunmaktadır. Bütçe içerisinde faiz gideri gibi kontrol edilemeyen bir kısmın büyümesi halinde hedef faiz dışı fazla ancak yeni vergi gelirleri sağlanarak, vergi kapasitesi artırılarak ya da diğer harcama kalemlerinde sağlanacak tasarruflar yoluyla elde edilebilecektir. Bir başka yol ise bu varsayımların tamamının bulunduğu bir alternatifi içermektedir. Faiz dışı dengenin pozitif bakiye vermesi ise, yani bütçe gelir ve giderlerinin faiz harcamaları dikkate alınmadığında fazla vermesi, bu tutarda kamu borcunun ödenebilinmesi bağlamında önemli bulunmaktadır. Faiz dışı fazla hedefinde başarılı sonuçlar elde edilmesi bir yandan kamu maliyesinde yaşanan disiplinin varlığına; bir diğer yandan ise ekonominin kararsız bir büyüme modelinden sürdürülebilir bir ekonomik büyüme modeline geçişi olarak düşünülebilir. Zira faiz dışı fazla hedefinden beklenen kamu borçlarının döndürülebilirliğinin sağlanmasıdır. Piyasalar tarafından bu hedefin sağlanabileceği yönündeki bekleyişler piyasada kararların daha sağlıklı alınmasına ve piyasaların dengelerinin bozulmamasına neden olabilecektir[7].

2009-2011 Mali Plan döneminde GSYH’ye oranı açısından 2009 yılında % 3,7, 2010 yılında %3,1, 2011 yılında ise % 2,6 oranında faiz dışı fazla hedeflenmiştir. Belirlenen faiz dışı fazla hedefinin kamu borç stokunun düşüş eğilimini sürdürmesini ve AB tanımlı brüt kamu borç stokunun GSYH’ye oranının Mali Plan dönemi sonunda %31 seviyesine düşürülmesini sağlaması beklenmektedir. Ayrıca bu durumun borçlanma faizlerinin aşağıya çekilmesine de yardımcı olması hedeflenmektedir. 2007 yılına ilişkin faiz dışı fazla dengesinin ise 34.848-milyon YTL tutarında sağlandığı anlaşılmaktadır. 2005 yılında söz konusu denge 37.563-milyon YTL iken, 2006 yılında ise 41.320-milyon YTL olarak gerçekleşmiştir[8] [9].  

ii-Merkezi Yönetim Bütçesi Gelir ve Giderleri Yönünden Değerlendirmeler:

2009-2011 dönemine ilişkin Orta Vadeli Mali Programı merkezi yönetim bütçe gelirleri yönünden değerlendirilirse, program dönemi boyunca program tanımlı bütçe gelirlerinin ulusal gelire olan oranının ortalama olarak %20,3 düzeyinde gerçekleşmesi beklenmektedir. Bir başka bakış açısıyla, bu durum ulusal gelirin %20’sine tekabül eden bir gelirin kamu otoritesi tarafından piyasa mekanizması dışına çıkarılmasını, yani ulusal ekonomiden bu düzeyde bir sızıntının gerçekleşeceğini ifade etmektedir. Yine, söz konusu oran kamu ekonomisinin büyüklüğünü ve etkisini göstermesi açısından da önem arz etmektedir.   

Ayrıca, söz konusu dönemde net vergi gelirlerinin ulusal gelire olan oranında herhangi bir artış beklenmemektedir. Halbuki, söz konusu döneme ilişkin olarak GSYH’nın program dönemi boyunca ortalama %5,5 düzeyinde artması hedeflenmiştir. Büyümenin kaynaklarına bakıldığında ise gerek tüketim, gerekse sabit sermaye yatırımı olarak program boyunca özel sektör ağırlıklı olan büyüme hedeflenmektedir. Kamu yatırım politikasında ise genel olarak eğitim, sağlık, altyapı ve bilgi-iletişim ile ulaştırma teknolojilerinin geliştirilmesi amaçlanmaktadır.  

Orta Vadeli Mali Plan hedeflerine göre ulusal gelirdeki ortalama %5,5 düzeyindeki artışın program tanımlı bütçe kaynaklarını oransal olarak artırması beklenmemektedir. Söz konusu döneme ilişkin olarak dünya ekonomilerinde yaşanan daralmanın Türkiye’yi de etkileyeceği düşünüldüğünde iktisadi büyümenin revize edilmesi bir şart haline gelecektir. Özellikle durgunluk sürecinin Avrupa Birliği üyesi ülkelerin ekonomilerini etkilediği ortamda ekonomik daralmanın etkilerinin Türkiye açısından daha şiddetli olabileceğinin ifade etmek mümkündür. ABD kaynaklı dışsal bir şok niteliğindeki finansal krizinin hangi ülkeleri ne düzeyde etki altına alabileceği ülkelerin sermaye yapıları ve finansal bünyeleri dikkate alındığında tam olarak anlaşılabilirken, sermaye akımlarının bu denli serbestleştiği, iktisadi ve ticari ilişkilerin bu kadar liberalleştiği bir ortamda reel dengelerin etkilenmeme imkanı çok zor gözükmektedir[10]. Finansal piyasalar orjinli bu daralmaların özellikle reel sektörün finansal piyasalara angaje olan ülkelerde daha yoğun yaşandığı ve reel sektörün oldukça etkilendiği anlaşılmaktadır. Bu gelişmelere bağlı olarak 2008 yılının ikinci yarısından itibaren başta Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya olmak üzere özellikle gelişmiş Avrupa ekonomilerinin büyümesine yönelik endişeler artmıştır. Gelişmiş ülkelerde gözlenen bu durum, gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızlarında da bir miktar yavaşlamaya neden olmuştur. Uluslararası kuruluşlar da 2009 yılına ilişkin büyüme beklentilerini düşürmüştür. Buna göre IMF, 2009 yılında dünya ekonomisinin reel olarak yüzde %3 büyüyeceğini tahmin etmektedir[11]. Doğal olarak, bahsi geçen Mali Plan’da yer alan ihracat odaklı bir büyüme modelinde ulusal gelir değişkeninin yeni ekonomik konjonktürlere göre uyarlanmasında fayda bulunmaktadır. Son olarak ta IMF ile görüşmelerde varılan sonucun ve bu sonucun büyüme öngörüsü üzerine etkilerinin de dikkate alınmasında fayda bulunmaktadır.  

Orta Vadeli Mali Plan’da yer alan bütçe gelirlerine ilişkin temel politikalara bakıldığında 2009-2011 döneminde vergi kanunlarında yer alan istisna, muafiyet ve vergi indirimi hükümlerinin, ekonomik ve sosyal politikalar çerçevesinde yeniden değerlendirilerek vergi mevzuatının sadeleştirileceği; kayıtdışı ekonomiyle ilgili olarak bir eylem planı hazırlanacağı ifade edilmiştir[12].

Merkezi yönetim bazlı bütçe gelirlerinde 2011 yılında 2008 yılına göre net anlamda %41,9 düzeyinde artış beklenmekle birlikte, bütçe gelirlerinin 2011 yılında GSYH’ya olan oranının düşmesi beklenmektedir[13]. Söz konusu düşüsün özellikle vergi dışı gelirlerde olması beklenmektedir. Yaşanmakta olan ekonomik gelişmelere bağımlı olarak vergi gelirlerinin de bundan etkilenmemesi programa göre mümkün gözükmemektedir.

Merkezi yönetim bütçesi faiz dışı harcamalar itibariyle değerlendirilecek olursa, program dönemi boyunca söz konusu harcamaların GSYH’ya olan oranlarının ortalama olarak %18,3 civarında kalacağı öngörülmektedir. Faiz dışı harcamalar 2007 yılında 155.315-milyon YTL, 2008 yılında ise 175.306-milyon YTL olarak gerçekleşmiştir. Sonuç itibariyle 2008 yılında 2007 yılına göre faiz dışı harcamaların artış oranı %12,9 düzeyinde olmuştur. 

(Milyon YTL)

2009

2010

2011

Merkezi Yönetim Bütçe Gelirleri (Net)

243.592

268.309

296.478

Merkezi Yönetim Bütçesi Vergi Gelirleri (Net)

198.601

221.239

246.268

Merkezi Yönetim Bütçe Gelirleri (Net)/GSYH (%)

22,0

21,5

21,3

Merkezi Yönetim Bütçesi Vergi Gelirleri (Net)/GSYH (%)

17,9

17,8

17,7

Tablo2: Bütçe Gelirleri ve GSYH’ya olan oranları

Ayrıca, merkezi yönetim bütçesi program tanımlı faiz dışı fazlasının ulusal gelire olan oranının program dönemi boyunca istikrarlı bir şekilde düşmesi beklenmektedir. Mali Plan hedefleri doğrultusunda söz konusu oranın sırasıyla %2,3, %2,0 ve %1,7 olması gerekmektedir.

Program Tanımlı Bütçe Büyüklüklerinin GSYH’ye Oranı (%)

2009

2010

2011

Merkezi Yönetim Bütçesi Gelirleri

20,4

20,3

20,2

Merkezi Yönetim Bütçesi Faiz Dışı Harcamaları

18,1

18,3

18,5

Merkezi Yönetim Bütçesi Faiz Dışı Fazlası

2,3

2,0

1,7

Tablo 3: Bütçe Büyüklüklerinin GSYH’ye Oranı (%)

Yukarıda yer alan tabloya göre ulusal gelir değişmelerine faiz dışı bütçe harcamalarının, bütçe gelirlerine nazaran daha hızlı değişmesini bütçe gelirlerinin ekonomiye olan “uyum sorunu” olarak mütalaa etmekte mümkündür. Özellikle enflasyonist ekonomi koşullarında bütçe harcamaları bütçe gelirlerine nazaran iktisadi koşullara, daha doğrusu nominal terimli enflasyon değişkenine daha duyarlı bulunmaktadır. Dolayısıyla, ulusal gelire olan esneklikleri de dikkate alındığında bütçe gelirlerinin nominal ulusal gelire ve enflasyon oranına olan uyumunun daha uzun zaman diliminde sağlanması muhtemeldir. 

2009-2011 dönemine ilişkin Orta Vadeli Mali Plan’da bütçe giderlerine ilişkin olarak ise genel anlamda aşağıda yer alan çalışmalar yapılması planlanmaktadır:

“-Mali Plan döneminde, eğitim, sağlık ve sosyal nitelikli harcamalar ile bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılmasına yönelik harcamalara daha fazla önem verilerek, toplumun yaşam kalitesinin yükseltilmesi, beşeri sermayenin niteliklerinin geliştirilmesi, gelir dağılımının düzeltilmesi yönünde politikalar uygulanmaya devam edilecektir.

-Mali Plan döneminde, 5746 sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun kapsamında Ar-Ge harcamalarına önem verilecek ve teknogirişim sermayesi desteği sağlanacaktır.

-Orta ve uzun vadede ekonominin verimliliğini ve üretken yapısını destekleyen altyapı yatırımlarına ağırlık verilecektir. Ayrıca, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Eylem Planında yer alan projeler için gerekli kaynak sağlanacaktır. Güneydoğu Anadolu Projesinin yanı sıra diğer bölgesel kalkınma projelerine de destek sağlanacaktır.”

Merkezi yönetim bütçesi harcama kalemleri itibariyle değerlendirilecek olursa program dönemi boyunca merkezi yönetim bütçe giderlerinin ulusal gelire olan oranının düşmesi veya ulusal gelirin artış hızına nazaran daha küçük oranda artması sıkı mali tedbirlerin bir parçası olarak görülmekle birlikte, kamusal hizmetlerinin gelişen ekonomik koşul ve ihtiyaçlara yeteri kadar cevap veremeyeceği şeklinde de yorumlanabilecektir. Buna karşın, Mali Programa göre faiz dışı harcamaların bir önceki yıla göre 2009 yılında %15,4[14], 2010 yılında %13,4 ve 2011 yılında ise %13,1 düzeyinde artması öngörülmüştür. Söz konusu dönemlere ilişkin Tüfe öngörüsü ise %7,5, %6,5 ve %5,5 olarak yapılmıştır. Buna göre bütçenin kontrol edilebilen harcama unsurları üzerinde enflasyon öngörüsü üzerinde artışlar planlanmaktadır. 

Ayrıca, faiz dışı harcamaların gelişen ihtiyaçlar doğrultusunda artması hedeflenmesine karşın, bütçe kalemleri arasında yer alan faiz giderlerinin ulusal gelire olan oranının ise %5,1’den %4,3 oranına kadar düşmesi beklenmektedir. Gerçekleşen rakamlar göz önüne alındığında faiz giderlerinin 2007 yılı itibariyle 48.753-milyon YTL, 2008 yılı itibariyle 50.661-milyon YTL olduğu anlaşılmaktadır. Programa göre ise faiz giderleri şeklindeki maliyetlerin artması beklenirken, GSYH’ya olan oranlarının düşmesi planlanmaktadır.

Sonuç itibariyle faiz şeklinde yüklenilen kamusal maliyetin cari ve sermaye yatırımlarına yönelmesi programın temel hedefleri arasında görünmektedir. Faiz dışı harcamalar kalemi arasında yer alan personel giderlerinin ise ulusal gelirden aldığı payın sürekli olarak düşmesi ve ulusal gelire olan oranının 2011 döneminde %4,8 olarak gerçekleşmesi hedeflenmektedir. Bu durum gelirin yeniden dağılımında gelir dağılımı adaletsizliğinin çalışan kesim açısından daha da bozulacağını ifade etmesi yönünden önem kazanmaktadır. Halbuki, söz konusu Mali Plan’da bütçe harcamalarına ilişkin temel politikalar bölümünde gelir dağılımının düzeltilmesi yönündeki politikaların devam edeceği yönünde açıklamalara yer verilmiştir. Ayrıca Mali Plan’da personel giderleri tahmin edilirken, kamu personeline mali imkanlar ve hedeflerle uyumlu maaş ve ücret artışı sağlanacağı varsayılmıştır. Personel giderleri 2007 yılında 43.569-milyon YTL, 2008 yılında ise 48.825-milyon YTL olarak gerçekleşmiştir[15]. Personel giderlerinin 2009 yılında 2008 yılına göre %15,5 gibi yüksek bir düzeyde, 2010 ve 2011 yıllarında ise bir önceki yıla göre ortalama %9,5 düzeyinde (nominal olarak) artışı hedeflenmiştir. Yine Mali Plan’a göre program dönemi boyunca Tüfe artış hızının %7,5, %6,5 ve %5,5 olarak gerçekleşmesi öngörülmektedir. Bu durumdan üç önemli sonuç çıkmaktadır. Bunlardan birincisine göre kamu çalışanına hedeflenen veya beklenen enflasyon oranının üzerinde ücret artışlarının sağlanacağı; bir diğer sonuca göre ise söz konusu dönemde personel alımlarının artması beklenmektedir. Son olarak ise her iki durumun bir arada gerçekleşeceğine dair bir öngörüden bahsetmek mümkün olacaktır.

Program dönemi boyunca ulusal gelire olan oranının artması beklenen bütçe kalemlerinin “mal ve hizmet alım giderleri”, “cari transferler”, “sermaye giderleri” ve “sermaye transferleri” olduğu anlaşılmaktadır. Bu kalemler arasında en büyük gider artışının sağlanacağı kalemin cari transferler olacağı dikkat çeken bir başka önemli noktadır. Mali Plan’da bu durumun 5510 sayılı Kanun ve mahalli idarelere genel bütçe gelirlerinden verilen paylarının artırılmasına ilişkin düzenlemelerden kaynaklandığı ifade edilmiştir. Cari transfer harcamalarının içerisinde en dikkat çekici kalemlerin sosyal güvenlik kurumlarına ve mahalli idarelere yasal düzenlemeler çerçevesinde yapılan aktarımlar olduğu anlaşılmaktadır. Sosyal güvenlik kurumlarına yapılan ödemelerin 2007 yılında 33.063-milyon YTL, 2008 yılında ise 37.031-milyon YTL olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu ödemelerin 2007 ve 2008 yılı bütçe giderlerine olan oranının yaklaşık olarak %16 gibi önemli bir düzeyde olduğu anlaşılmaktadır[16]. Yapılan özelleştirme uygulamaları neticesinde de cari transfer kalemleri arasında yer alan KİT görev zararlarının ise düşmesi beklenmektedir. Buna karşın, Mali Plan döneminde Ulusal Tarım Stratejisi Belgesi (2006-2010) ile 5488 sayılı Tarım Kanunu çerçevesinde, alan ve ürün temelinde farklılaştırılarak üretimde etkinliğin sağlanması amacıyla tarımsal desteklemelerin devam edeceği ifade edilmiştir.

Merkezi yönetim bütçe giderleri arasında yer alan sermaye giderlerinin ise kalkınma hedef ve programları doğrultusunda 2011 yılında 21.212-milyon YTL olması beklenmektedir. Ayrıca, Mali Plan’a göre faiz giderleri dışında kalan ve kamu otoritesi tarafından kontrol edilebilen bütçe gider kalemlerin hiçbirisinde bir tasarruf önleminin alınmamış olması ise dikkat çekici bir başka noktadır.

Ekonomik Sınıflandırma Bazında Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri (Milyon YTL) ve GSYH’ya olan Oranları

2009

2010

2011

2009

GSYH’ya Oranı

2010

GSYH’ya Oranı

2011

GSYH’ya Oranı

Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri

259.140

284.229

319.520

23,4

22,8

22,9

Faiz Dışı Giderler

202.390

229.437

259.529

18,2

18,4

18,6

- Personel Giderleri

56.389

61.691

67.591

5,1

5,0

4,8

- SGK Devlet Primi Giderleri

10.610

11.563

12.509

1,0

0,9

0,9

- Mal ve Hizmet Alım Giderleri

18.856

21.389

25.076

1,7

1,7

1,8

- Cari Transferler

93.003

107.956

122.492

8,4

8,7

8,8

- Sermaye Giderleri

15.483

17.675

21.212

1,4

1,4

1,5

- Sermaye Transferleri

2.321

2.848

3.621

0,2

0,2

0,3

- Borç Verme

4.276

4.600

4.993

0,4

0,4

0,4

- Yedek Ödenek

1.451

1.714

2.036

0,1

0,1

0,1

Faiz Giderleri

56.750

54.792

59.992

5,1

4,4

4,3

Tablo 4: Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri ve GSYH’ya olan Oranları

iii-Kamu Borç Stoğu Açısından Değerlendirmeler:

2009-2011 dönemine ilişkin kamu borç stoğunun GSYH’ye olan oranına ilişkin hedeflere bakıldığında söz konusu oranın 2009 bütçe yılında %35, 2010 bütçe yılında %33 ve 2011 bütçe yılında %31 olması beklenmektedir. Buna göre toplam kamu borcunun yaklaşık olarak 2009 yılı sonu itibariyle (772.690*%35=) 270.441,5-milyon Dolar, 2010 yılında (830.179*%33=) 273.959-milyon Dolar ve 2011 yılında ise (900.567*%31=) 279.175-milyon Dolar olması hedeflenmektedir[17] [18]. Dikkat edileceği üzere, Türkiye’nin toplam kamu borcunun Dolar cinsinden artması hedeflenirken, söz konusu borcun artış hızının ulusal gelirin artış hızından daha yavaş gerçekleşmesi beklenmektedir. 2007 yılı itibariyle ise Maastricht kriterlerine göre hesaplanan kamu borç stoğunun GSYH’ya olan oranı %38,8 olarak gerçekleşmiştir[19].

Kamu maliyesi bağlamında değerlendirilecek olursa genel olarak kamu borç stoğunun ulusal gelire olan oranının uzun bir trend boyunca sabit kalması ya da azalması kamu borçlarının sürdürülebilirliği anlamına gelmektedir. Doğal olarak kamu borcu dolayısıyla piyasanın yüklenmesi gereken fazla bir risk de bulunmamaktadır. Ayrıca toplam kamu borcunun ulusal gelire olan oranı, bu tutardaki borcun hangi düzeydeki gelir tarafından karşılanacağı ya da çevrileceği anlamında önemlidir. Yine kamu gelirlerinin yani kamu borç stoğunun sürdürülmesinde kullanılan temel politika aracının içerisinde bulunan vergi gelirleri de ulusal gelir ile doğru ilişkili bulunmaktadır[20]. Dolayısıyla, gelecek dönem bütçe gelirlerini ipotek altına alabilecek olan kamu borç düzeyi bugünkü ekonomik aktiviteye oldukça duyarlı durumda bulunmakta, hatta cari dönem ekonomi koşulları tarafından şekillenmektedir.

Kamu borç stoku düzeyi ve söz konusu borcun ulusal gelire olan oranı önemli olmakla birlikte, gerçek finansman yükünü hesaplamak için her bir birim kamu borcuna ödenmesi gereken faiz yükünün de dikkate alınması gerekmektedir. Yukarıda yapılan hesaplamalara ve Orta Vadeli Mali Plan’a göre gerçek finansman yükü (merkezi yönetim faiz giderleri/kamu borç stoku) oranı 2009 yılında (56.750/388.272,85=) %14, 2010 yılında (54.792/410.938,77=) %13,3 ve 2011 yılında ise (59.992/432.498,98=) %13,9 olarak hesaplanmaktadır. Bir başka ifadeyle, Türkiye program dönemi boyunca yaklaşık olarak %13-%14 faiz oranı ile finanse edilemeye devam edecektir.

Uluslararası kredi kuruluşlardan Dünya Bankası ile IMF tarafından kabul edilen dört borç göstergesinden üçünün aşılması durumunda o ülkenin çok borçlu olduğu anlaşılmaktadır. Kabul edilen kriterlere göre bir ülkenin çok veya ağır borçlu sayılabilmesi için bu dört rasyodan en az üçünün aşağıda belirtilen düzeyleri aşması gerekir[21]:

-Toplam Borç/GSMH> %50, -Toplam Borç/İhracat> % 275,

-Borç Servisi/İhracat > % 30, -Faiz Servisi/ İhracat > % 20.

Kamu Borç Stoku Tahminlerinin GSYH’ye Oranı (%)

2009

2010

2011

AB Tanımlı Kamu Brüt Borç Stoku/GSYH (%)

35,0

33,0

31,0

Kamu Net Borç Stoku/GSYH (%)

25,0

24,0

22,0

Tablo 5: Kamu Borç Stoğunun GSYH’ye Oranı (%)

2007 yılı rakamları itibariyle toplam dış borç stoku 247.200-milyon Dolar (853.636-milyon YTL)[22], söz konusu borcun ulusal gelire olan oranı %37,6; iç borç stoku  255.310-milyon YTL, söz konusu borcun ulusal gelire olan oranı ise %29,9 olarak gerçekleşmiştir[23]. Dolayısıyla, 2007 yılı itibariyle Türkiye’nin toplam borcunun ulusal gelire olan oranı (Toplam Borç/GSMH>%50) %67,5 düzeyinde olup, bu dönemde IMF ve Dünya Bankası nezdinde çok veya ağır borçlu ülke durumda bulunmak için gereken kriterlerden bir tanesi sağlanmış bulunmaktadır. Hazine Müsteşarlığı tarafından yayımlanan “Kamu Borç Yönetimi Raporu”na göre net kamu borç stoğunun (iç ve dış borçların) GSYH’ya olan oranı 2003 yılından itibaren sürekli düşerek 2007 yılında %29 oranına ulaşmıştır. Ayrıca, söz konusu Rapora göre Türkiye’nin (kamu ve özel) net dış borç stoğunun GSYH’ya olan oranının 2007 yılında %20,2 olarak gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, bahsi geçen Rapor’da 2008 yılının üçüncü çeyreğinde;

Toplam Dış Borç Stoğu / İhracat (FOB):212,2,

                                      Faiz / İhracat (FOB): 8,5,

                                      Dış Borç Servisi / İhracat (FOB) : 29

olarak hesaplanmıştır[24]. 2008 yılı itibariyle ise merkezi yönetim toplam brüt borç stoğunun 380.307-milyon YTL (251.476-milyon Dolar), iç borç stoğunun 274.827-milyon YTL (181.728-milyon Dolar) ve dış borç stoğunun 105.479-milyon YTL (69.748-milyon Dolar) olduğu anlaşılmaktadır[25].

Dikkat edileceği üzere, IMF ve Dünya Bankası tarafından belirtilen borçluluk kriterlerinden üç tanesi ihracat kalemi tarafından belirlenmektedir. Orta Vadeli Mali Program’a göre ihracat (FOB) hedefi 2009-2011 döneminde sırasıyla 149,2-milyar Dolar, 163,4-milyar Dolar ve 181,7-milyar Dolar olarak belirlenmiştir. 2008 yılından itibaren yaşanan ekonomik daralmanın ihracatı da olumsuz etkileyeceği düşünüldüğünde, ihracata dayalı söz konusu oranların artabileceği de ifade edilebilir[26]. Zira, bilindiği üzere ihracat kalemi ulusal gelirden bağımsız otonom nitelikteki bir ulusal gelir değişkenini ifade etmektedir. Daha önce de ifade edildiği üzere dünya ekonomisinde yaşanan küçülmenin ihracatı etkileyeceği muhtemel bir durumdur. Bize göre ithalatın da, ithalatın marjinal esnekliği dikkate alınmak suretiyle GSYH’dan etkileneceği düşünüldüğünde, net ihracat kaleminin büyüme üzerindeki önemi bu dönemde biraz daha artacaktır

Bilindiği üzere, merkezi yönetim bütçe gelişmeleri ve hedeflerinin belirtildiği 2008-2012 dönemi “Orta Vadeli Mali Çerçeve” 3 Mayıs 2008 tarihinde kamuoyuna açıklanmıştır.  Orta Vadeli Mali Çerçeve’de özelleştirme gelirlerinin GSYH’ya olan oranının 2009-2011 döneminde sırasıyla %1, %0,7 ve %0,5 olması hedeflenmiştir[27]. 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’da özelleştirme kaynaklarının kullanım alanlarında sahip olunan özellikleri nedeniyle öncelik sıralaması yapılmış bulunmaktadır. Bu esas dahilinde özelleştirme fonunda toplanan gelirlerin kullanımında; iş kaybı tazminatı ödenmesi ve diğer hizmetlerin verilmesine, özelleştirme kapsamındaki kuruluşların özelleştirmeye hazırlanması amacıyla idari, mali ve hukuki yönden yapılacak düzenlemelerin gerektirdiği giderlerin karşılanmasına öncelik verilmesi gerekmektedir. Ayrıca, 23.05.2000 tarihli ve 4568 sayılı Kanun’un 2’nci maddesi gereğince özelleştirme fonunun nakit fazlasının, Hazine’nin iç ve dış borç ödemelerinde kullanılmak üzere Hazine hesaplarına intikal ettirilebileceği hüküm altına alınmıştır. Buna karşın özelleştirme gelirlerinin bütçe harcama ve yatırımlarında kullanılma imkanı ise bulunmamaktadır. Buna ilave olarak özelleştirme fonundan diğer herhangi bir fona aktarma yapılamayacağı da hüküm altına alınmış bulunmaktadır. 2009 yılında özelleştirme uygulamalarından yaklaşık olarak 7-8-milyar Dolar civarında gelir beklenmektedir. 2009 yılı özelleştirme programına göre genel olarak elektrik işletmeleri, Doğusan A.Ş., Tekel A.Ş., Milli Piyango ve TCDD Liman İşletmelerinin bu dönemde özelleştirilmesi hedeflenmektedir. Şu ana kadar gerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarından 1,825-milyon Dolar kaynak sağlanmış olup, ihalesi yapılıp imza aşamasında bulunan işlemlerden de 2.347-milyon Dolar gelir elde edilmesi beklenmektedir. Diğer işletmeler içinse özelleştirme süreci ihale ilanı aşamasında bulunmaktadır[28].

Türkiye açısından önemli bir diğer husus ise Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde aranan temel ekonomik kriterleri Türkiye’nin yerine yetirilip getirilmediği hususudur. 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht kriterleri ile Avrupa Birliği üyesi ülkeleri tarafından uyulacak parasal ve ekonomik politikalar ile söz konusu politikaların yerine getirilmemesi durumunda uygulanacak olan yaptırımlar belirlenmiştir. Üye ülkeler arasındaki rekabet eşitsizliğini ortadan kaldırmak ve ekonomik dengesizlikleri çözüme kavuşturmak için getirilmiş bulunan Maastricht kriterleri aşağıdaki gibidir:

Enflasyon Oranı: Birlik üyesi ülkelerde fiyat istikrarı bakımından en iyi performansa sahip üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ortalaması ile bir üye ülkenin enflasyon oranı arasındaki fark 1,5 puanı geçmemelidir.

Kamu Açıkları: Üye ülkelerin kamu açıklarının GSYİH’lerine oranı %3’ü geçmemelidir.

Kamu Borçları: Üye devletlerin kamu borçlarının GSYİH’lerine oranı %60’ı geçmemelidir.

Faiz Oranları: Üye ülkelerde uygulanan uzun vadeli faiz oranları, 12 aylık dönem itibarıyla, fiyat istikrarı bakımından en iyi performansa sahip 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmamalıdır[29].

Döviz Kuru Oranları: Son iki yıl içerisinde Avrupa Parasal Sistemi tarafından döviz kuru mekanizması için tespit edilmiş bulunan normal dalgalanma marjları dışında üçüncü bir üye ülkenin parasına karşı devalüasyon şeklinde bir dalgalanmanın olmaması gerekmektedir.” 

2008-2012 dönemi Orta Vadeli Mali Çerçeve’de AB tanımlı brüt kamu borç stoğunun GSYH’ya olan oranı 2009 yılında %35 olarak hedeflenmiş, dönem boyunca da istikrarlı bir şekilde azalarak 2012 yılında ise %30 düzeyinde kalması beklenmektedir[30]. 2007 yılı itibariyle Maastricht kriterlerine göre hesaplanan söz konusu oranın %38,8 olduğu anlaşılmaktadır. Avrupa Birliği üyesi 27 ülkenin kamu borç stoğunun GSYH’ya olan oranı ise 2007 yılı itibariyle %58,7 düzeyinde bulunmaktadır[31]. Kamu açıkları ise daha önce de ifade edildiği üzere oldukça azalarak Avrupa Birliği kriterlerinin aşağısında kalmıştır. Kamu açıkları ve borçları için yaşanan olumlu gelişmelere ve hedeflere rağmen, Türkiye’nin reel faiz oranları ve enflasyon düzeyi bazında daha fazla çaba göstermesi gerektiği ifade edilebilir[32]. Türkiye’de şu an itibariyle yaklaşık olarak %6,5-7 düzeylerinde bulunan reel faiz oranı, negatif reel faiz uygulamasının bulunduğu bazı dünya ekonomilerine nazaran yabancı sermaye çekmede bir araç olarak kullanılsa bile, iç kaynaklı büyümenin vazgeçilmez aracı olan yatırımları dışlama tehlikesini de göz ardı etmemek gerekmektedir. Ekonomide karar vericilerin yatırım kararlarını gözden geçirmelerine veya realize etmelerine neden olabilecek en önemli etken faiz unsuru olmakla birlikte, bir yatırım kararı için yatırımcının ya da müteşebbisin temel olarak baktığı unsurların genel olarak aşağıdaki gibi olması beklenmektedir:

  • Öngörülebilir bir enflasyon düzeyi,
  • Öngörülebilir bir döviz kuru düzeyi,
  • Öngörülebilir bir faiz düzeyi,
  • İstikrarlı bir fiyat yapısı,
  •    İstikrarlı bir talep düzeyi ve bunun sonucu olarak sürdürülebilir ve kararlı bir büyüme modeli.

Sonuç itibariyle, kısa dönemli büyüme ve uzun vadeli kalkınma hedefleri çerçevesinde yatırımlardan faydalanılması gerekiyorsa, ekonomiyi beklentilerin yönlendirdiği bir ekonomiden reel ve rasyonel kararların yönlendirdiği sağlıklı ortamına kavuşturmak ekonomide birincil öncelik olmalıdır.

Son olarak, 2011 bütçe yılında bütçe açığının 2009 ve 2010 yıllarına nazaran oldukça fazla artmasına rağmen, programa göre enflasyon oranında 1 puanlık düşüsün yaşanacağı da dikkat çeken başka bir noktadır. Yani, bütçe açığının artmasına karşın, Tüfe bazlı enflasyon oranında olumlu gelişmelerin yaşanması beklenmektedir.

III-SONUÇ:

2009-2011 Orta Vadeli Mali Program’ın yayımlanmasıyla birlikte mali hedeflerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine yönelik olarak ciddi tereddütler gündeme gelmiştir. Söz konusu programın mali yönden temel hedefi kamu mali dengelerini orta vadede sağlıklı bir şekilde realize ederek piyasanın temel düzenine etki etmeyen sıkı bir maliye politikasının sağlanmasıdır. Programa bakıldığında bütçe açıklarının artmasına rağmen ulusal gelire olan oranının Maastricht kriterlerinin altında kalması beklenmekte, faiz dışı fazla miktarının ise hem miktar olarak hem de ulusal gelire olan oranı olarak azalması hedeflenmektedir. Bütçe gelirlerinin ulusal gelire olan oranının ise orta vadede %20 civarında kalması hedeflenmektedir. Bütçe giderleri yönünden cari transfer harcamalarının faiz dışı bütçe harcamalarına olan oranın 2011 yılında %47 olacağı, personel giderlerinin ulusal gelirden aldığı payın düşeceği ve faiz harcamalarının artış hızının ulusal gelirin artış hızından daha yavaş olacağı anlaşılmaktadır. Kamu borcu yönünden de borçlanma kapasitesinin bu dönem de kullanılacağı, buna karşın borçluluk oranının azalacağı, her birim kamu borcuna yaklaşık %13-%14 civarında faiz yükü ödeneceği anlaşılmaktadır.     

IV-YARARLANILAN KAYNAKLAR:

  • http://www.maliye.gov.tr/basin_aciklama/aylikbutceraporu_aralik_V14_20_1_09.doc,
  • http://www.maliye.gov.tr/basin_aciklama/2009/AYLIK_BUTCE_RAPORU_OCAK__V14_.pdf;
  • Çakmakcı, , Ali; “Mevcut KİT’ler ve Özelleştirme Kapsamında Bulunan Kuruluşlara İlişkin Özelleştirme Öncesi Ekonomi ve Kamu Maliyesi Bağlamında Değerlendirmeler”; Vergi Dünyası Dergisi; Sayı: 329, Haziran 2008;
  • http://www.maliye.gov.tr/;Aralık 2007 Bütçe Uygulama Sonuçları”;
  • http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous;
  • http://www.oib.gov.tr/program/uygulamalar.htm;
  • http://www.bumko.gov.tr/; “Merkezi Yönetim Bütçesi Dengesi (2000-2008)”;
  • Prof. Dr. Öçal, Tezer; “Türkiye Ekonomisi”; Savaş Yayınevi; Ankara 2004;
  • http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous, “Kamu Borç Yönetimi Raporu
  •  http://www.gep.gov.tr/;2009-2011 Orta Vadeli Mali Plan”, “2009-2011 Orta Vadeli Mali Program”;
  • 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu
  • 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun
  • 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu

[1][1]Makale konularını yazıldığı dönem dikkate alınarak güncel mevzuat açısından değerlendirmenizi rica ederiz.


[1] 2009-2011 dönemi Orta Vadeli Mali Programa ve Plana ilişkin bilgiler “http://www.bumko.gov.tr” internet adresinden edinilmiştir.

[2] Programda 2009 yılına ilişkin GSYH hedefi 772.690-milyon Dolar, 2010 yılı için 830.179-milyon Dolar ve 2011 yılı için 900.567-milyon Dolar olarak belirlenmiştir.

[3] 2009 yılı bütçe görüşmelerinde yaşanmakta olan ekonomik koşullar dikkate alınmak suretiyle programda 2009 yılı için %5 olan büyüme öngörüsü %4 olarak değiştirilmiştir.

[4]http://www.maliye.gov.tr/basin_aciklama/aylikbutceraporu_aralik_V14_20_1_09.doc;

[5] http://www.maliye.gov.tr/basin_aciklama/aylikbutceraporu_aralik_V14_20_1_09.doc;

[6] http://www.maliye.gov.tr/basin_aciklama/2009/AYLIK_BUTCE_RAPORU_OCAK__V14_.pdf;

[7] Çakmakcı, Ali; “Mevcut KİT’ler ve Özelleştirme Kapsamında Bulunan Kuruluşlara İlişkin Özelleştirme Öncesi Ekonomi ve Kamu Maliyesi Bağlamında Değerlendirmeler”; Vergi Dünyası Dergisi; Sayı: 329, Haziran 2008;

[8] 2006 yılından itibaren konsolide bütçe kavramı yerine merkezi bütçe kavramının kullanıldığının bilinmesinde fayda bulunmaktadır.

[9] http://www.maliye.gov.tr/, “Aralık 2007 Bütçe Uygulama Sonuçları”;

[10]Küreselleşmenin yarattığı gelişmeler neticesinde Türkiye’de de benzer şekilde 17.06.2003 tarih ve 25141 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4875 sayılı “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” ile yabancı sermaye ve yerli sermaye arasındaki farklılıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmış, ayrıca yabancı sermaye için istenen izin sistemi bilgilendirme sistemine çevrilemek suretiyle yabancı sermayenin orjinine ve niteliğine vs bakılmaksızın (ekonomi üzerinde yaratabileceği tahribat dikkate alınmaksızın) giriş yapması teşvik edilmiş oldu. Halbuki söz konusu sermaye niteliğine göre ekonomi üzerinde önemli düzeylerde kırılganlığa yol açabilmektedir. Ayrıca, yaptığımız araştırmalara göre yaşanmış kriz deneyimleri neticesinde özellikle bazı ülke gruplarının uzun vadeli sermaye girişlerinin aksine kısa vadeli sermaye girişlerine engel olmak amacıyla hukuki düzenlemeler yaptığı anlaşılmaktadır.

[12] Orta Vadeli Mali Program’a uygun olarak Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan “Kayıt Dışı Ekonomiyle Mücadele Stratejisi Eylem Planı 2008–2010” 05.02.2009 tarih ve 27132 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir.

[13] Maliye Bakanlığı tarafından 2007 yılında bütçe gelirlerinin gerçekleşme miktarı 190.360-milyon YTL, 2008 yılında ise 208.898-milyon YTL olarak belirtilmiştir.

(Kaynak: http://www.maliye.gov.tr/basin_aciklama/aylikbutceraporu_aralik_V14_20_1_09.doc.)

[14] Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan 2008 bütçe gerçekleşme rakamlarına göre söz konusu dönemde bütçe faiz dışı giderleri 175.306-milyon YTL olarak gerçekleşmiştir. 

[15] http://www.maliye.gov.tr/basin_aciklama/aylikbutceraporu_aralik_V14_20_1_09.doc;

[16] http://www.bumko.gov.tr/; “Merkezi Yönetim Bütçesi Dengesi (2000-2008)”;

[17] YTL (TL) bazında değerlendirilecek olursa toplam kamu borç tutarı 2009 yılında 388.272,85-milyon TL, 2010 yılında 410.938,77-milyon TL ve 2011 yılında ise 432.498,98-milyon TL olarak gerçekleşmesi beklenmektedir.

[18] Programa göre 1USD kurunun YTL (TL) cinsinden ifadesi sırasıyla 1,44; 1,50 ve 1,55 olarak gerçekleşeceği beklenmektedir (Söz konusu hesaplama cari fiyatlarla YTL cinsinden tespit edilen GSYH’nin döviz cinsinden tespit edilen GSYH’ya bölünmesiyle tarafımızca yapılmıştır.) 

[19] http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous;

[20] Çakmakcı, Ali; “Mevcut KİT’ler ve Özelleştirme Kapsamında Bulunan Kuruluşlara İlişkin Özelleştirme Öncesi Ekonomi ve Kamu Maliyesi Bağlamında Değerlendirmeler”; Vergi Dünyası Dergisi; Sayı: 329, Haziran 2008;

[21] Prof. Dr. Öçal, Tezer; “Türkiye Ekonomisi”; Savaş Yayınevi; Ankara 2004; sf (281);

[22] http://www.bumko.gov.tr/TR//Tempdosyalar/V.35Bi.xls;

[23] http://www.bumko.gov.tr/TR//Tempdosyalar/V.33i.xls;

[24] http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous, “Kamu Borç Yönetimi Raporu”;

[25] http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous/MerkYonBorcStoku;

[26] 2009-2011 Orta Vadeli Mali Program’da GSYH 2009 yılı için 773-milyar $, 2010 yılı için 830-milyar $ ve 2011 yılı için 901-milyar $ olarak hedeflenmektedir.

[27] http://www.gep.gov.tr/;

[28] http://www.oib.gov.tr/program/uygulamalar.htm;

[29] Bir başka ifadeyle üye ülkelere pozitif faiz uygulaması koşulu getirilmiştir.

[30] http://www.gep.gov.tr/; “2008-2012 Orta Vadeli Mali Çerçeve”;

[31] http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous;

[32] TC Merkez Bankası’nın 2009-2011 dönemine ilişkin enflasyon hedeflemesinde enflasyon oranlarını bir aralık veya belli bir marj olarak değil de, tek bir oran olarak ifade etmesi kurumsal düzeyde para politikasına ve dolayısıyla kendine olan güveni ifade etmekle birlikte, söz konusu oranların başarı şansını ise düşürmektedir. Buna karşın, belli bir aralık düzeyinde hedeflenen enflasyon oranına ilişkin hedefin yakalanma imkanı yüksek  gözükmekle birlikte, böyle bir hedefleme programın başarısına ilişkin tereddütlerin doğmasına da imkan tanımaktadır.

WeCreativez WhatsApp Support
ADEN YMM